hayat üzerindeki göreceli kavramlardan biri olan 'ahlak' kavramının belirli bir yaşam tarzı -ki bu genelde muhafazakar yaşam tarzı olur- çerçevesinde incelenerek bu çerçecenin dışına taşan, dışında kalan herkesin, her şeyin ahlak sınırlarını aşmış veya bir adım daha ileri gidilerek 'ahlaksız' olarak nitelendirilmesi, bu kişilerin bir ahlaki güçsüzlük durumu içerisinde bulunduklarını söylemek ne derece doğru olur? dünyaya bakış olarak da tanımlayabileceğimiz yaşayış biçimleri olan liberal, özgürlükçü, aşırı özgürlükçü, muhafazakar veya anarşist gibi kavram kümelerinin içinde bulunan insan popülasyonunun bu kavramlardan herhangi biri tarafından bir diğerinin kendisi gibi olmadığı için yanlış düşündüğünü, yanlış yaşadığını söylemek ne derece mantıklı, ne derece doğrudur?
öncelikle bu hususları iyi analiz etmek, bu konuları açıklamak gerekir. her kümenin kendi içerisinde oluşturduğu temel değerler ve ahlak kavramları o kümeyi oluşturan değerlerle incelenip anlaşılmalıdır ki 'ahlak' kavramı ve kümesel ahlaki değerler ortaya çıkabilsin. aksi taktirde muhafazakar bir insanın, anarşist bir yaşam tarzına veya aşırı özgürlükçü bir yaşam tarzını ahlaksız olarak nitelendirmesi sadece kendi bakış açısı üzerinden bir yorum olacağı gibi objektif de olmayacaktır. bu tip yorum ve düşünceler kişinin kendi egosunun tatmin etme çabalarının ötesine geçmeyeceği gibi herhangi bir çözüm veya iki küme arasında herhangi bir orta değer yaratma girişimi de maalesef ki yaratamaz. bununla beraber bu sadece subjektif düşünceli yaklaşımlar dört kolda belirttiğimiz, daha da fazlalaştırılabileceğimiz bu yaşam tarzı, dünya görüşü kümelerinin arasındaki uçurumları arttırmakla beraber dialog imkanını da azaltır ve hatta köreltir.
***
bir kimse kendi sahip olduğu dünya görüşünün, tüm dünyanın bu görüş üzerinden yaşaması gerektiğine inanması sadece ve sadece cehaletten kaynaklanır. yedi milyar insanın tek bir bakış açısı üzerinden dünyayı yorumlaması günümüzdeki dünyada imkansız olmasının yanı sıra temel olarak insanın doğasına bile aykırıyken, bunun olabileceğini savunabilmek ve hatta olması gerektiği üzerine düşünceler ve tezler üretebilmek dünyayı sadece kendisinin düşündüğü kadar olduğunu zannetmekten kaynaklı bir davranış olur.
bu konu biraz daha localleştirtilip ülkeler, şehirler seviyesine indirilip incelense dahi sabit bir dünya görüşünün herkes tarafından benimsenebilme olasılığının mümkün olmayacağı, dünya görüşü dediğimiz olguları oluşturan, geliştiren ve tetikleyen faktörlerin her şehirde her bölgede, her doğa şartı ve demografik özelliklerde değişiklik gösterdiği anlaşılacaktır. bu düşünce sistematiği çerçevesinde bir bireyin bir başka birden farklı bir görüşe sahip olması gerçeği ve gerekliliği daha net bir şekilde anlaşılabildiği taktirde diğer bireyleri kötülemek, ahlaksızlıkla itham etmek ve aşağılayacak ithamlarda bulunmak, ithamlarda bulunan kişinin konu üzerinde yeteri kadar düşünmediğini ve kendi tezini savunabilecek kadar bile bilgiye sahip olamadığını gösterir.
***
kuruluşundan çöküşüne kadar her dönemde birbirinden farklı bir çok tebaaya sahip olmasından mütevellit pek çok kez kutuplaşan ve sonunda bölünmek ve yok olmak zorunda kalan osmanlı imparatorluğunun ardından kurulduğu ilk günden beri gerek ırk, gerek din, gerek mezhep olarak kutuplaşmakta olan Türkiye cumhuryetinin son zamanlarda da yaşayış biçimi üzerinden kutuplaşması ve bu kutuplar arasındaki iletişimsizlik ve bunun getirdiği uzaklaşmanın bir kin, nefret ve kavgaya dönüşmeden önce engellenmesi için düşünürken, konuşurken hatta bu gibi platformlarda yazarken daha detyalı ve daha bilgiye dayalı düşünce üretmek ve insanları birine düşürmekten ziyade birbiriyle bütünleştirici düşünceleri akıllarda sorgulatmaya sarfettirmek daha doğru bir fikir olacaktır.