geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın
sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
ve içimde bir nefes olarak kalacaksın
ömrüm sensiz geçse de aşkın gönlümde kalsın
gülen gözlerin bin bir teselli ile baksın
sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
ve içimde bir nefes olarak kalacaksın.
dün gece mehtaba dalıp hep seni andım
öyle bir an geldi ki, mehtab seni sandım
sevgili rüyana mı aldın beni bir dem
öyle bir an geldi ki, mehtab seni sandım.
gözlerinin bebeğini alıyorum kucağıma. sensizlikten kalma, seni anlatan şiirleri okuyorum ona. desem ki diyorum, eylül ayını nisan ayı yapıyorum ve rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor diyorum. sen gibi gülüyor gözleri gözlerime. hava kadar lazımsın bana, ekmek kadar mübareksin, su gibi aziz bir şeysin kuruyan dudaklarıma.
eminönü'ndeydim dün yine. milimetre şaşırmadan, ayaklarının bastığı her bir santimetre karenin üstünden geçtim. vızır vızır geçerken arabalar önümden, neden bilmem bir anda duraksadım o yaya geçidinde. yürüdüm sonra, sırata doğru, galatasa köprüsüne doğru. o bank'a her yaklaştığımda, her uzaktan baktığımda sana bir kez daha tökezledim galata yolunda. anason kokuları içine karıştı o güzel kokun. az kaldı derken bir kez daha tökezledim balıkçıların oltasına takılarak. sudaki balıklara baktım, özgürlük dedim. köprünün korkuluklarına baktım, hayat dedim. ve, o bank'a geldim " o hala yok " dedim. vapurların kornalarına karıştı yine o güzel sesin. hatırlarsın, sen sol yanımda otururdun. başımı omzuna yaslardım. kafamda bin bir soru ile, ikilemler arasında mekik dokuyarak elini tutmaya yeltenmiştim. ne zaman elimi diğer avucuma alsam, hissederim sıcaklığını.
her yüz senin yüzündü sanki. gelecek gibiydin, yine umut ettim, gelmedin. 3 saat boyunca tek düşündüğüm şey o gündü. o gün, miladım, mirasım, tek varlığım ve tek mutluluk kaynağım. gemiler yoktu o gün ki gibi. boğaz karşımda duruyordu. dans ediyordu istanbul gözyaşlarıma inat ederek. martılar uçmuyordu gök yüzünde. balıklar takılmıyordu ağlara.
ağlarım, her o günü düşündüğümde elimde son nefes kalmış sigaram gibi, son nefes alışım gibi ağlarım. keşke diyorum yine her sabah sensiz uyandığımda dediğim gibi. keşke bitmeseydi de böyle, tekrar fethetseydim sensiz geçen yıllara inat istanbul'u, istanbul'umuzu.
adını verdiğim çınar ağacının yaprakları sallanmıyor artık yükseklerde. her sonbaharda döktüğüm gözyaşları gibi, onlarda döküyor yapraklarını.
biliyordum seni göreceğimi. sonbaharın gelmesi, senin bana gelmendi. tıpkı 10 ekim gibi. hani derler ya, ne kadar sevabın varsa azrail o sevap kadar güzel görünerek çıkar karşına diye. bugün sende gördüm azraili. uzun bir aradan sonra, gözlerinin içine bakıp da kendimi gördüm. 45 saniyelik bir yolculuktu. aynı otobüsteydik, gözlerin ne kadar uzak olsa da, ilk gün ki gibi yakındı bana. yakındı için için, niye bakmadın derinliklerine diye. hiçbir şey diyemedim.
adım atarken senin cennetinden cehenneme, tek bir soru vardı aklımda. cevabını bildiğim, fakat sindiremediğim..