düşünülünce mükemmel istek. mesela köy böyle ormanın içinde. ağustos 15'ten sonra rüzgarlar üşütmeye başlıyor. ilkbahar ortalarında kilere kaldırdığınız eşyalarınızı tekrar giyme isteği uyanıyor içinizde. gece evinizin duvarlarının dışında yatarken üstünüze yorgan alma isteği de cabası. aylardır ummanlar gibi ucu bucağı görünmeyen bir mavilikte olan gökyüzünde hafif hafif pamuğumsu bulutlar beliriyor artık. köydekiler turşu kurmaya başladılar bile. tarlada kalan son mahsüllerini toplarlarken, aynen bir karınca sürüsü gibi, siz de artık evinizin bahçesindekileri toplama vaktinin geldiğini düşünüyorsunuz. ve birden burnunuz ıslanıyor. o da ne? yağmur mu yağıyor yoksa? evet evet, yağmur bu... birkaç gündür içinizde uyanan üşüme ve titreme hislerinin somut hale geçişi adeta. hemen mutfağınıza geçiyorsunuz topladıklarınız kucağınızda. alelacele bir kahve. veya bir salep... kuruluyorsunuz tek katlı ahşap evinizin balkonunda kendinize özel hazırlamış olduğunuz divanınıza. uzatıyorsunuz ayaklarınızı. rüzgar salebinizi titreştirirken bir mum alevi gibi, salebinizin bu soğumaya karşı direndiğini, içtiğinizde anlıyorsunuz ancak. ama olsun, onun yakıcılığını ayaklarınıza düşen yağmur damlaları hafifletiyor. yaşamanın ne kadar güzel ve aziz bir şey olduğunu anlıyorsunuz. ve insan psikolojisinin ne kadar değişken. bir kaç dakika önce yaz sıcaklarından patlayan bir çiftçiydiniz, ama ya şimdi? şimdi ise, yağmur damlalarının arasından kendine bir yaprak altı bulmak için uçuşan bir kelebeğin kanat çırpışlarıyla mutlu olan ya da onunla birlikte üzülen sevgi dolu bir varlıksınız. o kadar ki şu andaki sevginizin dünyalara yetmeyip taşacağını düşünüyorsunuz. bu arada zorla da olsa bulduğunuz kitabınızı okumak için elinize böyle güzel bir fırsat geçmişken okumamak olmaz değil mi? yağmurun hızının ve kuru toprağın isyankarlığının yavaş yavaş kesilmeye başladığını anladığınızda kitabı yarıladınız bile...
yağmur bittiğinde ondan kalan tek izin burnunuza enfes bir şekilde çalınan toprak kokusu olduğunu hissediyorsunuz. ahşap evinizin tahtalarının ıslak kokusuyla karışıp burnunuza gelen bu koku, siz çocukken annenizin sabah sizi öpmelerin en güzeliyle uyandırıp "hadi kuzuların kuzusu, bak baban sucuk getirmiş" dediğinde burnunuza gelen sucuk kokusuyla aynı sanki. bir kaç yıl önce tam da bu güz başlangıcında uğurladığınız annenizin hatıralarının taptaze bir şekilde karşınıza gelmesiyle bir parça kızıyorsunuz yağmura ve ahşap evinize. lakin tam o sırada kucağınıza atlayan köpeğinizin tükürüklerine boğuluyorsunuz.
suzi, yalnızlığınızın paylaşıcısı olan bir dişi köpek. ona köpek denilmesine siz de o da çok sinirleniyorsunuz. adeta çocuğunuz gibi veya bir sırdaşınız. ne isterseniz yapar, ne derseniz aynen uygular, ona anlattıklarınızı bölmeden dinler. ve size güven verir sırlarınızı anlatırken. çünkü hain değildir; ne kadar da hain olsa zaten bir şey anlatamayacaktır. sizin konuşma ve dinlenilme ihtiyacınızı en hakikisiyle karşılar suzi. biten salebinizin bardağını düşürüp kırmış olsa bile biraz önce, onun tatlı uykusunu bölen şeyin yağmurun şıkırtısı olduğunu anlarsınız. ve ona kızamazsınız. çünkü o sizinle beraber yağmura hasretlik çekmiştir aylar boyu. ve onun da sevinmeye hakkı vardır. toprak kokusunu yattığı yerden almış ve sizi de unutup toprağa bırakmıştır kendini. toprak öyle yumuşamıştır ki, öylesine uysallaşmıştır ki, yaz boyu süren inadına karşılık, suzi batar toprağın içine. ve kuyruk sallar size, çocukken mahalledeki hüseyin amcanın havuzuna izinsiz giren ilk arkadaşınızın sizi havuza davet etmesi gibi.
ve yağmur da biter eninde sonunda. lakin kara bulutlar hala göktedir ve gitgide çoğalır. yağmursuz havayı fırsat bilip kış için odun toplamaya gidersiniz. ve yüzünüze çarpan sarı yapraklar ile beraber sonbaharı anlarsınız. sonbahar aslında ne kadar da romantik bir mevsim gibi görünse de sayısız yaprağın katilidir size göre. o kadar ki yaprakların betini benzini attırır. o denli azraildir sizin dünyanızda. ve ormanda yalnız başınıza olduğunuzu düşünüp korkarsınız. ama gündüzdür hala. insana umut aşılayan aydınlık vardır havada henüz. kurtların ve canilerin çıkma zamanı olan gece henüz çalmamıştır kapıyı ve rahatlarsınız. odununuzu kesersiniz, evinize 100 metre kala suzi odunlarınızı taşımak için yardıma ihtiyacınız olduğunu bilmişçesine yanınıza koşar. taşıyamaz odunları ama taşıyabilir yükünüzü. odunları yığarsınız bir yere ihtiyacınız olduğu zaman kullanmak için.
kasım gelir bu arada. kışa doğru 1 adım kalmıştır. artık o eski yaz sıcaklığından ve sevecenliğinden eser yoktur. köye tatile gelmiş olanlar çoktan gitmiştir. sanki tek başınıza kaldınız değil mi? o tatilcilerin çocuklarıyla vakit geçirirdiniz bazen, onlar köpeğinizi sevmeye gelirdi, siz de onları severdiniz. uzun kollu kalın gömleğinizin üstüne bir hırka giyip, pardesünüzü üstünüze geçirdikten sonra şehire inmeliyim dersiniz. madem kış geldi artık, iş güç azaldı, şehirdeki dostlarla vakit geçirmeli, üst başa yeni bir şeyler almalı dersiniz. annenize benzeyemeyeceğinizi bile bile dikkatli davranmaya söz vermiştiniz güveler karşı. ama yine onlar kazandı. skorun kaç-0 olduğunu merak ederken yolu yarıladığınızı farkettiniz. malum gidersiniz boğaza nazır kahvehanenize, eski dostlar bir yıl sonra, eksik de olsa oradalar. biraz mutlu, biraz da huzursuz olursunuz. ama napalım? ölüm bu... bir yılın kritiğini yaparsanız, çocuklardan bahsedersiniz, torunlar napıyorlar, siz nasılsınız derken ikindi namazını kılıp hemen köşedeki camide; evinizin yolunu tutarsınız. çok da uzak değildir köyünüz aslında. 25 km'dir kahvenize. yürüyüp de ölçmüştünüz hani, hatırlamadınız mı yoksa? ah gençlik...
minibüs ile köyün girişine indiğinizde akşam ezanı okunmaktadır. yaşlılık işte, zamanı kestiremediniz değil mi? eskiden olsa bu vakte kalmazdınız. suzi'nin kurt gibi acıktığını düşünerek eve doğru yürümeye başlarsınız. biraz da sis çökmüş gibi. kurt sesleri de duyulmaya başlanmış. artık kışın geldiğini iyiden iyiye anlarsınız. yaşlılar sürekli hatıralarla yaşarlar derlerdi de inanmazdınız, ama bakın işte ninenizin anlattığı masallar geldi kurtlarla ilgili şimdi de aklınıza. ne de yumuşacık sesi vardı. onun ellerine sarılarak uyurdunuz masalı dinlerken. ninenizi kurtlardan sizi koruyan bir kahraman olarak görürdünüz. hala da öyledir belki dersiniz bir iç geçirirsiniz. ve bir anda yemeğin yanmak üzere olduğunu anlarsınız. hemen ocaktan alırsınız yemeği. biraz yanmış ama yenir herhalde. suzi'ye de mamasını verdiniz. çok sever bunları. takvimin yaprağını koparırsınız. ooov, 25 kasım! kar yağar artık heralde. yılların tecrübesi ile hep bugünlerde yağdığı sabittir. suzi de beklemekte bunu, gözlerinden belli. akşam televizyonu açtınız, bilgisayarınız da var ama pek sarmıyor ona kafanız işte. oraya tık, buraya tık. zor iş. televizyon öyle mi, sesini aç bi de kanalını değiştir yeter. haberlere baktınız. bu siyaset denen meret ile de çok uğraşırdınız bir aralar. partinizin yoluna neler vermezdiniz sorsalar... şimdi birbirlerini yesinler mantığıyla gülerek izlersiniz alnınızdaki kırışıklıklarla beraber bu haberleri. suzi de minderinin üstünde gözleri yarı açık size eşlik etmeye çabalıyor. ama nafile. uyur birazdan. çok kaçırdığını söylediniz biraz önce yemekte.
sabaha karşı ezan ile uyanırsınız. ezan bitiminde kurt ulumaları başlar. çocukluğunuzun korkulu rüyası. evin içi havasız diyip camı açtınız. ve üstünüze yığıldı bir şeyler. vaaav, kar yağmış be... murat ile ne oynardınız ama yarım asır önce bu kar denen şey ile. şimdiyse sadece kurt habercisi olarak gelir kulağınıza tınısı. tahminleriniz de yanıltmadı sizi. tam da bugünlerde kar yağdı. suzi'yi uyandırıp hemen gösterirsiniz bu olayı. suzi belki de 10'larca kez gördü aynı sahneyi. ve sizin gözlerinizdeki aynı neşeyi. ama o sizin en sadık dinleyiciniz ve sevincinizin paylaşıcısı değil mi? gene mutlu oldu o işte. dilini çıkardığındaki o ifadeyi suzi'yi bulduğunuz gün görmüştünüz bir çöpün dibinde...
gündüz olduğunda o kar örtüsünün at nalları ve araba tekerlekleri ile bozulmuş olduğunu görürsünüz ve sinirlenirsiniz. sanki ne işleri var bu karda kışta, dışarı çıkarlar? oturun sımsıcak evinizde ama değil mi? çocuk şamataları çalınır kulağınıza bir yerlerden. köyün çocukları kartopu oynuyorlar galiba. suzi de bu anı beklemekteydi zaten. suzi'nin sırtına bir kez vurup izninizi verirsiniz. ve suzi çocuklar gibi neşelidir bir yıllık hasretten sonra çocuklara kavuşurken. onlarla beraber karlara yatar, batar, çıkar. sizden geçti zaten, siz uzaktan onların kollayıcısı gibi izleyin. anaları babaları benim çocuğuma noldu derlerse verecek cevabınız olsun.
erzağınızı zaten aldığınız için de mutlusunuz. millet şimdi araba bulamıyor şehire inmek için. halbuki onlara demiştiniz erzağınızı şimdiden alın diye. bahçenizde ninenizden yadigar kavak ağacı tepeden dökmüştü yapraklarını zira. ama genç nesil işte. böyle doğa habercilerine inanmazlar. illa ki o televizyondaki harita başında duran adam söyleyecek her şeyi. o çocuk daha dünkü bok diyip ağzınızı bozarsınız. bu arada ramazan da gelmiştir. ilk teravih için camiye gitmeye çabalarsınız çizmelerle. ulaşırsınız da. namazınızı kılarsınız hep beraber. çıkışta kahveye otururdunuz genelde. ama işte bu kış olmayacak gibi sanki. doğruca evinizin yolunu tutarsınız. zaten uzakcana biraz ev camiye. ayrı bir yerde. eve geldiğinizde suzi yine uyumuş, şöminenin dibine yatıp. onun da sizin gibi oruç tuttuğunu düşünüp suzi'ye özenirsiniz. sahura kalktığınızda gece saat 5'tir. yaklaşık 1,5 saat var ezana. rahat rahat yiyip için suzi'yle. öyle de yaparsınız. annenizden gördüğünüz börek tarifiyle yapmaya kalkıştığınız börek yıllardır bu kadar iyi oldu. suzi'nin şapırtılarından belli zaten. annenize ramazan'da bir kez daha duacı olursunuz isyankar insanların dünyası genişlerken...
ramazan geçip giderken aylar da mart'a yaklaşır. karlar biraz erimeye, buzlar çözülmeye başlar. kış da bitti dersiniz. yarın bayramdır. teravihleri bitirdiniz, ninenizden kalan alışkanlıkla kur'an'ı bir kez daha hatmettiniz. içiniz rahat. şekerlerinizi taa kasım'dan hazırladınızdı zaten erken davranarak. yatılı okulda okurken bilet bulamadığınızdan beri bu alışkanlık sizde var. herkes de imreniyor buna. şekerlerinizi tabağa koyup bir tabağı televizyonun üstüne bir tanesini de kapının yanına koydunuz. içeri buyur ettikleriniz ve kapıdan dönüp gidenler için. çocuklar erken saatlerde gelirler her sene, bu sene de yanıltmadılar sizi. bayram namazından çıkıp da evinize vardığınızda hemen kapınız çaldı. huzurevinde olup da bilmediği tanımadığı insanlar ziyaretine gelince sevinen ihtiyarlar gibisiniz. zaten pek farkınız da yok ya. çocuklar elinizi öperler, şekerlerinizden önce birer ikişer alırlar, sonra "alın alın" ihtarıyla avuç avuç aldılar. gerisi var nasıl olsa. köydeki dostlarınız da zor da olsa yokuşu çıkıp evinize geldiler. içeri buyur ettiniz. gül kolonyası ikram ettiniz, yanına da güllü lokum. sevindiler. muhabbet ettiniz, yaşlılıktan dem vurdunuz, ve onlar da gitti. bu arada suzi de papyonuyla dolaşıyor. gelene geçene havlıyor sokakta. görenler kendi yakışıklılıklarından utanıp geçiyorlar.
mart gelince karlar iyice eridi, anca güneş görmeyen yerlerde kaldı biraz. kardelenler bayramda falan belliydi zaten. yanına gelincikler de eklenmiş. dağ bayır yeşil olmuş. ah ne hoş... şimdiki insanlar böyle yeşil kalmadığından yakınıyorlar. halbuki sizin burası doğduğunuzdan beri böyle. toprak canlanıyor, ağaçların tomurcukları patlıyor, ortalıkta uğur böcekleri dolaşmaya başlıyor. kurt ulumaları da yok artık. suzi de mutlu. daha ne istiyorsunuz ki? erzağınız ve odununuz kış boyu yetti. havalar da ısınır artık. soğuktan yaşlı bedeniniz uyuşmuştu iyi oldu. birkaç gün sonra bahçenize bir çul serip üstüne uzandınız. üzerinizde kocaman bir kavak ağacı. onun üstünde de gök. mavileşiyor artık. o boğuk gri rengi yok. şehirdeki dumanlı gökyüzü gibi... kemikleriniz ısınır yarım saatlik güneşlenmeden sonra ve kendinizi genç hissedersiniz. ama sadece hissedersiniz çünkü kalkarken beliniz acıdı. hay kahrolasıca yaşlılık. annenize ve ninenize bir kez daha hak vermediniz mi?
bahçenize tohumları serpersiniz ki yaz sonunda yine toplayasınız bunları. kah kendiniz yersiniz, kah başkalarına verirsiniz. bahçeniz meşhur zaten. şehre de inip dergi, gazete, kitap beğendiğiniz ne varsa alacaksınız . okuma aşkınız kabardı yahu bütün kış boyunca. şehre son gidişinizde almadığınıza pişmansınız. kısa kolluları çıkarmak gerektiğini düşünürsünüz. o da ne? yine güveler var. yine skor 1-0 olmuş. çoktan nakavt oldunuz bu canavarlara karşı. ama son hamlenizi yapıp en hasarsızını seçtiniz ve giydiniz. iki üç tane ufak delikten bir şey olmaz canım. dışarı çıktığınızda rüzgar sesiyle birlikte soğukluğunu da getirir vurur kollarınıza. hemen geri dönüp daha kalın bir şeyler giyersiniz ve doooğru şehre. ne varsa topladınız ve geri geldiniz hemen. çok durmaya gerek yok o pis şehirde. dostlarınızın kahvesine bakıp da geçtiniz yine de. orada değillerdi. neyse diyip geçtiniz.
yaz geldiğinde toprak gene asileşmeye, hava gene sıcakla inatlaşmaya başlar. arada sırada bir serin rüzgar yalasa da vücudunuzu, ilkbahar gibi değil artık işler. çocukların oyunlarının sesleri arasında işlerinizi görürsünüz ağustosa kadar. akşamları suzi'yle oynarsınız, kitap okursunuz, televizyon izlersiniz. ama boş durmazsınız. gene büyüklerinizden gördüğü üzere.
ağustos 15 geldiğinde bu hikayenin başına dönmüş olduğunu anlarsınız. ama olsun yaşamak yine de en büyük nimet.