aşkın gözyaşları adlı kitapta bu konuyla ilgili bir bölüm dikkatimi çekmişti.
' bir gün mevlanayı ziyarete felsefecilerden bir grup gelir. mevlana felsefecilerin sorularını yanıtlaması için onları şems e yollar. adamlar 3 soru soracaklarını belirtirler. felsefecilerden birini başkan olarak seçerler ve soruları o adam yöneltir.
- allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.
öbür sorunu da sor der şems.
-şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azap edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azap eder mi?
peki, öbürünü de sor der şems.
- ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın! dedi.
şems, bunları mı soruyorsunuz, gelin peşimden size cevapları vereyim diyerek onları dergahın bahçesine çıkartır. yerden kurumuş bir kerpiç alarak adamın başına vurur. soru sormaya gelen felsefeciler apar topar konya kadısının yanına giderler.
aradan yarım saat geçmeden, haber gelir ve şems ile mevlana kadının huzuruna çıkarlar. kerpici yiyen başlar kadıya anlatmaya;
- ben soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.
+ ben de sadece cevap verdim.
kadı işin açıklamasını ister.
+ bana allah ı göster inanayım dedi. şimdi bu felsefeci başının ağrısını göstersin de görelim. filozof şaşırarak;
- ağrıyor ama gösteremem dedi.
- işte allah da vardır, fakat görünmez. ben buna toprakla vurdum. toprak onun başını acıttı. halbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. yine bana; bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın.bundan dolayı bir hak olmaz.' dedi. benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. niçin hakkını arıyor? aramasa ya! bu dünyada küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan ahiret hayatında niçin hak aranmasın?' dedim.
ve felsefeci bu güzel cevaplar karşısında mahcup olup, söz söyleyemez hale düşer.