şöyle bakınıyorum bi çevreme... ne kadar apaçi varsa, alev alev, kıvır kıvır frenk dilberleriyle meşk ediyor. iki satır ingilizce, yarım yamalak türkçe ile, duyulavmi yesaydo diye diye kandırmış güzelim elf prensesi gibi frenk dilberini, çağırmış bodrum'a, barlar sokağı'nda gezdiriyor. kız dönüp dönüp öpüyor bunu. çok da mutlu.
şimdi gelin, elmizi vicdanımıza koyalım ve şu gerçekle yüzleşelim.
yıllardır apaçi apaçi diye küçümsedik. ama adam ne yapmış, kendini evrenin kraliçesi sanan, bacaklarının arasında evrenin sırrını sakladığını sanan geri zekalı kezbanların peşinde koşacağına yatırımı internet kafeye yapmış, hayatını kurtarmış.
mis gibi, ilik gibi kızı kapmış.
siz burada, evcilik oyunundaki obez kızın peşinde aşüüğüm sünaa edüüüaaa diye ağlayan serdar isimli çakma polat tipli anadolu oğlanı gibi yağ içindeki kezbanların peşinde yerlerde sürünürken, çocuk dünyanın en güzel kızını kapmış mı? kapmış.
diyeceksiniz ki, "ama abi o çocuk cahüüül, o çocüüük apaçüüüüü. büz de mi üyleeee olalüüüüm?"
merak etme, o cahüüül apaçüüüü, o frenk dilberinin elinde öyle bir yontulur, öyle bi şekillenir ki, iki sene sonra kant'ın varoluş ve erdem sorgulamalarıyla çıkar önüne, göd edip döner frenkistandaki yavuklusunun yanına.