Önce dişlerimiz dökülecek, derilerimiz sarkacak sonra. Ve tek tek tanıdıklarımız düşecek ellerimizden. Bizse sallanan koltuğumuzda, omuzlarımızda sıcacık şallar olsa bile kemiklerimizin titremesine engel olamadan ömrün sonunu bekleyeceğiz yalnız ve mağrur. Ya hüzünlü ya da mutlu bir halde gideceğiz Azraille olan son randevumuza. Eğer biz Mirandola'nın dediği gibi bu dünyaya atılmışsak, bu kötü durumu iyiye çevirmek bizim tek gayemiz olmalı. Çünkü artık bu dünyaya itildik, tamamiyle buraya aidiz. Dünyalıyız, dünyada yaşayan her hangi bir şey değiliz. Daha tikele indirgemek gerekirse Ankara'da yaşayan, buraya zincirli küçük insanlarız. Günlerimiz karıncalar gibi uğraşıp didinerek, her şey bittikten sonra toplaşıp yemek yiyerek geçiyor. Bu da şüphesiz ki can sıkıntısına ve varoluşumuzdan şüphe duymamıza yol açıyor. Sadece görüntüden ibaret yaşayanlar haline geliyoruz. Dağlar gibi engin kanatlara sahipken, onlar gibi kanat tüylerimiz koparılıyor bir bir yerinden.
''Dağlar kanatlıydı eskiden. istedikleri zaman uçup, istedikleri an konuyorlardı. Onların uçması iyiydi de konmaları kötüydü. Çünkü toprak ananın canını yakıyorlardı. Bunu gören tanrı acıdı da toprak anaya, dağların kanatlarını kesti. Kesilen kanatlar bulut oldu. Ondandır bulutların dağlar dağlara koşması..''
Bizlerinse kanatları içeri dönmüş, bulutlar da biziz dağlar da. Yerlerinden çıkmaları, yeniden özgürce dalgalanmaları için kendimize hareket katmalıyız. Ancak bu şekilde ruha sahip oluruz, aksi takdirde dışarıdan yönlendirilen rutin ruhsuzlar olarak kalırız.
Peki bu kadar saplanmışken koşuşturmacaya, bizi ruhlandıran şeyler nedir? Belki de sadece bir çiçeğe bağlanmak, onun kokusunu içinde hissetmektir. Karıncayı ya da bir böceği ezdiğinde ağlamaktır. Yalnızlıktan bunaldığında bir ağacı yaren yapmaktır kendine, sırtını ona yaslamaktır, onunla bir bütün olmaktır. Ağacın başından aşağı yapraklarını dökmesini seyretmektir. Eymir'de şarabını yudumlarken suyun ayak ucuna kadar sokulmasına izin vermektir. Kale Bedesten'de kömürde türk kahvesi içmektir TRT radyosu eşliğinde. Meyhanede Zeki Müren dinlemektir bardağın dibini görmeden. Dostlarla beraber Backwoods solumaktır rakının yanında. Alacakaranlık vaktinde ayaklarını Ankara çatılarından aşağı sallandırmaktır. Sonbaharda aşkı yaşamaktır terastan manzarayı seyrederek. içine şehrin havasını çekmektir, başıboş köpekler gibi keşfetmektir gizli saklı her köşeyi.
Bazen sadece gözlemlemek yahut dinlemektir diğerlerini. Soğuğa karşı dayanıklılığını Atatürk Meydanında ya da Sakarya'da Dimitrakopulo içerek sınamaktır. Ruhlu olmak herşeye rağmen kalpten sevmektir, ölenle ölmemek, çemberin içinde ya da dışında, Ankara'da inadına yaşamaktır.