ben de başlık açarken karakter sınırına takılanlardanım. Demek ki harbiden çok karakterli bir başlık açacakmışım.
Aslında başlıktan ziyade söylemek istediğim, ucuz ve 3-5 çeşit yemek satılan lokantamsı yerlere gidip, garsona ya da işte içeride kim varsa "ne tavsiye edersiniz" diye sormak.
Yaşadığım bir olaydı. iş gereği şehir şehir dolaştım bir dönem. Aklınıza gelen her türlü lokanta-restaurant v.s. yerde yemek yedim neredeyse. En pahalısında da, en ucuzunda da, en markasında da, en tanınmayanında da, en gösterişli yerdekinde de, en kuytu köşesindekinde de...
Bir dönem lüks restaurantlar çok denk gelmişti. Ucuz ve berbat yemek yemekten sıkılmıştım ve biraz kalite takılayım istedim. 3-5 ay kalite restaurantlarda yemek yemeye özen gösterdim. (tabi şirketin ödediğinden fazla yemek harcaması da cepten gidiyordu)Lüks yerlerde kalite daha içeri girmeden başlıyor malum. Gösterişli dış cepheler, havalı tabelalar falan. içeri girmeden kapıda karşılarlar, masanıza kadar eşlik ederler ve servis açarlar hemen. Sağdan-soldan servis kurallarına riayet ederler. Temiz tabaklar, çatallar-bıçaklar, muntazam katlanmış peçeteler, ışık ve müziğin iyi ayarlanmış olması. işte uzatmaya gerek yok bilirsiniz. Ben de bu lüks mekanlara yeni gitmeye başladığımdan ve normal şartlarda kebabist bir yapım olduğundan menüdeki ilginç isimli yemeklerden anlamazdım o zamanlar. Hemen kolayına kaçar bekleyen garsona "ne tavsiye edersiniz" diye sorardım. Ve genelde restaurant müşterilerinin de aynı şekilde sorduklarına şahit olurdum. Garson soruyu detaylı şekilde yemek isimleri ve pişirme usulleri ile cevaplardı. Ben de hem aydınlanmış olurdum, hem de sipariş verirken bir kazaya kurban gitmezdim.
Bir süre sonra yemek masrafı artık bütçeyi zorlamaya başladı. Ben de yine ucuza doyabileceğim mekanları tercih etmeye başladım. Anadolu da bir şehirde, ucuzdan da ucuz, hatta sudan ucuz bir yere gittim. Lokanta diyeceğim ama zor. Dekorasyon falan yok tabi, tabela da elle yazılmış, içeride bir kaç masa, arka tarafta yemek yaptıkları ve bulaşık yıkadıkları bir alan vardı. Yüksekçe bir rafa konmuş radyo tıngırdıyordu bir yandan. 3-5 çeşit yemek vardı. Klasik çorba, kuru, pilav, bir de salata vardı menüde. Bende alışkanlık yapmış ya:
hem garson, hem kasiyer, hem bulaşıkçı ve muhtemelen hem de aşçı olan adam :hghkhbmhaoa
hghkhbmhaoa : Abi ne vereyim?
ben : Ne tavsiye edersiniz?
hghkhbmhaoa : nasıl abi?
ben : işte menüde ne var?
hghkhbmhaoa : menü mü? he, işte kuru var abi, pilav var, bi de söğüş salata keseyim sana
ben : başka neler var?
hghkhbmhaoa : başka yok abi, bi de çorba var.
ben : pilav nasıl?(yani nasıl yapıldığını içinde neler olduğunu soruyorum, malum alışmışım ya safranlı mafranlı, artık ne çeşitse işte)
hghkhbmhaoa : abi pirinç pilavı, güzeldir pilav.
ben : fasülye nasıl? (Burada saçmaladığımı anlıyorum. Ve normale dönüyorum.)
hghkhbmhaoa : kuru fasülye, bol salça var abi, pul biber falan güzel oluyo, biz yiyoz.
ben : anladım, bi kuru, bi de pilav ver o zaman.
hghkhbmhaoa : hemen abi...
Adamın yüzündeki ifadeyi görmek gerek. Şaşkınlık, korku, tam bir "ne diyo la bu?" hali vardı bakışlarında. Hem güldüm hem de kızdım kendime, haybeden yere adamı da telşlandırmıştım. Takım elbiseli görünce mühim biri sanmıştı beni besbelli. Saygıda kusur etmedi sağolsun. Hatta yolun karşısındaki çay ocağından çay bile getirmişti.