Konu çok bildik bir konu aslında; Futbol...
Dünyada milyarlarca insanın takip ettiği ve hiçbir zaman popülaritesini kaybetmeyen, kimine göre spor, kimine göre eğlence, kimine göre bir felsefe, yaşam biçimi ya da hayatın tam da merkezi. Belki de Bill Shankley’in dediği gibi asla sadece futbol olmayan oyun...
Türkiye futbolun neresinde peki?
90’lı yılların başı itibariyle serbest piyasa ekonimisi ve dışa açılım politikası futbol federasyonunun özerkleşmesiyle birlikte bu iflah olmaz oyunun uluslararası arenasında Türk takımlarının boy göstermesi de gecikmedi.
Türkiye’de kuruluşları, sahip oldukları taraftar kitleleri ve felsefeleriyle 3 büyük takım vardı. Bunlardan Galatasaray ise avrupa yolunda başarı için ciddi adımlar atıyordu.
Derken 1988 de UEFA da dönen politik oyunlarla kaybedilen şimdinin şampiyonlar liginde Galatasaray yarı finalde elenmiş ve tarihi bir başlangıç yapmıştı. Artık unutulmuş , hatta o arenada hiç kafasını kaldırmamış bir ülkenin de avrupa arenasında bir sesi vardı; GALATASARAY
Bu rüzgar devam etti. Kupa galipleri kupasında çeyrek final geldi. Avrupa şampiyon kulüpler kupasından sonra yeni yapılanmaya geçen kupa-1 ilk kez şampiyonlar ligi olarak oynanmaya başladığında sene 1993, avrupayı kasıp kavuran Cantona’lı Manchester United Galatasaray’ın rakibiydi. Herkes kırmızı şeytanların bu ilk şölende olmamasını hayal bile edemiyordu. Ama hayal edilemeyeni gerçekleştiren Galatasaray dur dedi dünya devine. Hem de şimdi ki gibi takımlar arasındaki farklar bu kadar az değilken dağlar kadar büyük farklar varken aştı o dağları unutulmuş hiç olmamış toprakların çocukları...
Bu rüzgar devam etmeliydi. Öyle de oldu. Şampiyonlar ligini evi gibi gördü hep avrupanın asil çocukları rakipler hep çekindi onlardan, samiyen cehennemi dediler boğazda boğulduk dediler ama hep şaşırdılar şoka girdiler. Her seferinde aslanın pençesinden nasiplerini aldılar. Peki kimler mi?
Milan, Real Madrid, Manchester United, Barcelona, Juventus, Arsenal... ve daha niceleri...
Avrupadan 2 kupa getirdi en sonunda bu ülkeye Galatasaray, öyle bir noktaya gelmişti ki sanki Milan’ı yenmek Real Madrid’le oynamak adet olmuştu onları yenmek sıradan olmuştu bu takım için. Taraftar bile tebrikleri kabul ederken mütevaziydi. Çünkü o takım Galatasaraydı. Avrupada artık bir yeri vardı bunlar şaşılacak şeyler değildi artık nasıl bir barcelonanın milanı yenmesi şaşılacak birşey değilse, Galatasaray da o noktadaydı artık...
Farkımız yoktu onlardan, inanmayı öğretti cesaret verdi bu ülkenin güvensiz çocuklarına isterse yapabileceklerini gösterdi. Bu belki de alınan tüm o kupalardan daha değerliydi. Bu ülkeye en büyük hediyeydi aslında, bir potansiyelin uyanışını ateşledi Galatasaray...
Belki başarıya doydu belki ağır geldi belki de bir geçiş dönemiydi. Sonraki senelerde bir düşüş yaşadı fakat asla yaptıkları unutulmadı. Yeri geldi en büyük rakibinin gollerini alkışladı ama hiçbir zaman başarısızlığını kapatmak için çamur atmadı Galatasaray. Tribünden su da yağdırdı ezeli rakibine belki ama yeri geldi çiçeklerle karşılayıp alkışlarla uğurlamasını da bildi.
Nerden geldi bu yazı aklıma; Beşiktaş Helsinkiyi eledi ya, işte ordan
Helsinki futbolun ne olduğunu halkın yüzde 90’ının bilmediği analitik, soğuk ülkenin finlandiyanın helsinki takımını elediği için. Modernizmiyle , harika sosyal devlet yapısıyla, power metal gruplarıyla Nokiasıyla ve çoğu kişinin bilmediği Fin Vodkasıyla ünlü ama asla futboluyla anılmayan kuzeyin gece gündüz ülkesi finlandiyanın takımı helsinkiyi elediği için. bununla övünür olduk, q7 ler gutiler helsinki için.