sahurdan sonra gamyun'a sardım gene. saatlerce, şuursuzca, konuşmadan, etmeden oyun oynayıp durdum, malum ramazan ya akşama kadar uyuyabilmek için sabaha kadar oturuyorum. ne kadar niyetlensem de beğendiremedim babama. akşama kadar uyumayla oruç olmazmış. çok da tın, sanki o verecek sevabını.
neyse oyun bitti, facebook sayfasını yeniledim her internet manyağı gibi. birden adına açılmış bir albüm ve mekanın cennet olsun yazıyordu. dondum birden arif be kötü oldum ama bozuntuya vermedim, şakadır lan dedim bizim miroğlu nasıl olur da göçer gider. sonra bir hışım profiline baktım, gözlerim doldu. herkes başsağlığı dilekleriyle doldurmuştu duvarını.
hala inanmıyorum da biliyor musun, nasıl olur ki biz taş çatlasın bir ay önce konuştuk senle, ben bandirmya gelince iki tek atacaktık, köye götürcektin lan beni hani. yakıştı mı sana. ellerim tirtir titriyor hala. çok erken değil mi gitmek için ben bile o o kadar trafik kazasından sağ çıkmışken yakıştı mı sana.
içim sızlıyor be arif, şu an merhameti, affediciliği olan bir tanrı olduğuna inanmıyorum, ağustos ayında yağan bir yağmur ve sırf telefonu çaldı diye üzerine yıldırım düşen bir genç. olur mu lan, hani adaleti nerde, bana kimse ölüm vakitsiz gelir demesin. ölüm seni değil gitsin doksanı devirmiş ihtiyarlarla uğraşsın, ağustos ta yağmur mu olur be kardeşim. aklım almıyor sindiremiyorum.
sana yakıştıramadım, mekanın cennet olsun da demicem, mekanın burası oğlum, bandırma. mendirekti senin mekanın takıldığın kafeydi, üç beş balya toplamak kaldırmak için gittiğin köyündü. burlarda kal kardeşim. unutulma...