her ne kadar da bir yarım polat alemdarvari bir maço retoriği ile "ilk aşk vatan millet aşkıdır" demek istese de, diğer yarım "ilk ve son aşk annemdir" diyerek haraç mezat bir orta yol buluyor.*
aslında ilk aşk nazarımda, aradan yıllar geçtikten sonra da hatırlanan o kesif, o kotarılamamış, hatırlandıkça burun direklerinde kekre kokusu ile birlikte bir sızlama getiren aşktır; meğer ki son aşkınız olmasın.
_________________
takriben 6-7 yaşlarındaydım. orta direk denen sosyal sınıfın yoğun olarak yaşadığı ve ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla komşuluklarının yaşandığı bir mahallede aşkın metafiziği hakkında metafor anaforlarının sağanağı altında olan bitenlere anlam vermeye çalışıyordum. karşı komşumuzun kızı tuğba abla en güzel mankenlere taş çıkarabilecek kadar güzel liseli bir kız, peşinden koşan mahallenin delikanlıları -ki sayıları bir düzineyi bulur, aşklarını bisiklet/motosiklet üzerinde tek teker gitme, babalarından çarpmayı kotardıkları 70-80 model ford taunus, renault toros marka arabalarda son ses maykıl ceksın şarkıları çalma ve beraberinde kafa sallama senkopları şeklinde boy gösteriyorlardı. diğer yandan, bir diğer komşumuzun kızı olan nispeten olgun ve güzel hamiyet abla ihtimal evlilik paranoyalarından olsa gerek, cam altında serenat yapanlara su dökme, yağız delikanlılar peşinden dört nala koşarken beş nala kaçma ve kaçan kovalanır oyunu oynamakta idi. işte aşk hakkında bu debdebeli hummalar yaşanırken kafamda aşkın tanımı da birkaç sene daha bu olaylarla şekilleniyordu, ta ki ilkokul 4. sınıfa kadar.
***
ilkokul dörtteyim. her sabah mehter takımı gibi okula gitmenin verdiği yorgunluktan olsa gerek, senenin daha ikinci haftasında bir pazartesi sabahı ikinci ders saatinde heyula gördüğümü sandım. ders başında sınıfın kapısı esrarengiz bir biçimde açılmış, içeri çıtı pıtı, güzel, tatlı mı tatlı bir kız ve yanında sert mizaçlı, ağır abla kılıklı, yanındaki kızın 8-10 katı büyüklüğünde bir kadın girmişti. görülen manzaranın ahenksizliğine rağmen içerdiği ambiyans beni o kadar etkilemişti ki kızın sınıfa yeni gelen bir öğrenci, yanındaki annesinin de bir başka sınıfın öğretmeni olduğunu idrak etmem hayli zaman almıştı. uzun lafın kısası, ilk görüşte çarpılmıştım a dostlar.
yeni gelene, ama daha çok kızın güzelliğine binaen gösterilen ilgi ilk tenefüste etrafında büyük bir erkek popülasyonu halkası oluşturmuştu. çocuk mocuk demeyin gözümün önünde yazıldı daha ilk dakikada bir-iki velet. ben ise mevzuyu uzaktan uzaktan seyrediyor, avını düşürmek için uygun zaman ve mekanı kolayan kaplan misali sabrediyor, hassas kalbimi dizginleyerek planlar kuruyordum. günler haftalar bu sarkaç misali yakınlaşıp uzaklaşmalar ile geçerken ben bütün oportünistliğimle her fırsatta kızla kesişmeyi bekliyor, kesiştiğimde mahalledeki yağız delikanlılardan öğrendiğim kız tavlama tekniklerini kullanıyordum. yoktu ki ismail yk o zamanlar, iki klip seyredip vizyonumuzu genişletelim. maykıl ceksın şarkılarını sırf hava atmak için duyduğum gibi türkilizce söylüyor, sınıf maçlarında artistik hareketler yaparak çoğu zaman ümit özat tarzı topla birlikte taça çıkmalar yaşıyordum. nereden bileydim ki kader bizi sıra arkadaşı yapacak ağlarını üzerimize atsın.
neden sonra, bu debdebeli gül-bülbül maceralarından sonra sınıfta yer değişikliği yapılmış ve öğretmen "pazartesi sabahı herkes yeni yerlerinde otursun" diye salık vermişti. her sabah iki ileri bir geri okula gelen küçük tezat o pazartesi on adımda oniki adım atarak okula koşmuş, hatta okulu görevlilerle birlikte açmıştı. tipimi sormayın gitsin. hayatımda o güne dek saç taramamış ben ilk kez bir dananın dil darbelerini saçlarında hissetmiştim.
gel zaman git zaman hafif bir çekingenlikle başlayan diyaloğumuz zamanla hararetlenmiş, dönüşümlü yer değiştirerek oturduğumuz 3 kişilik sırada gözde* yanımdan ayrılmamak için sınıf öğretmeni ile i. melih gökçek tarzı ilişkiler kuruyor, araya diğer arkadaşı sokmak istemiyordu*. gözde, sadece benimle iyi geçinen, gözümün içine bakan sıradan bir sıra arkadaşı olmamış, sınıfın da en çalışkanı olmamdan mütevellit başta matematik olmak üzere birçok derste abaküs kafamın nimetlerinden faydalanmak istemiş, hatta annesinden evde birlikte çalışmak için izin ister olmuştu. bunun yanında gözde tenefüste dahi benimle dolaşır, eve dönerken birlikte yürümek için yolunu uzatır, beslenme tenefüsünde yemeklerini dahi bensiz yemez olmuştu. ben de kayıtsız değildim hani, yaptık birşeyler biz de artık allah ne verdiyse...
yalnız bendeki durum zamanla, fuzuli'nin betimlediği aşk tarifi gibi bülbülün güle kavuşmasayla sönümlenmeye başlamıştı sanki. gözde bu süreçte sululuğa, ukalalığa yelken açmış, şahsım ise tepkisizleşme sürecine girmişti. bu düğüm de bir şakayla karışık kavga ile çözülmüştü zaten.
birgün bizim gözde sıradaki diğer kız ile hem şarkı söylüyor, hem de fındık götüyle sıradan beni iterek düşürme girişiminde bulunuyordu. bir-iki derken ilerleyen bu seramoniye gönülsüz olarak direniyor, bir erkeğe 2, 3 hatta n sayıdaki kızın karşı koyamayacığının kontrollü deneyini yapıyordum. bir anda, boş bulunduğum bir zamana göt ile ittirme işlemini denk getiren gözde ve şürekası beni sıradan düşürmeyi başarmış, dahası şu kardeşiniz sadece düşüp kaseyi incitmekle kalmamış, kafayı da duvara toslamıştı. acıyı bir kenara itersek, düştüğüm pozisyon, içinde bulunduğum ohal, bütün kızların gözümün içine bakarak attığı kahkahalar o kadar koymuştu ki, hırsımı yenemeyip hayatımın hatalarından birini işlemiştim. kalktım, gözde'ye chuck norris'in filmlerinde giydiği texas kovboyu tarzı botumun tabanı ile öyle bir tepik attım ki, gözde sadece yerde sürüklenmedi, bana atılan kahkahalar da bıçak gibi kesildi. dahası gözde'nin yere düştüğünde fora olan önlük altı etek kısmından da epey bi' erkek nasiplendi ki eminim bana bunun için duacı olmuşlardır o zaman.
az biraz gururluydu aslında. kalktı, silkindi, türk filmlerinden alışkın olduğumuz göz göze gelip tokat atma sahnesini es geçerek annesine koştu. anneee derken koridorda figan ederek koşan gözde'nin dönüşü tom ve jerry'de yenilen jerry'nin bull-dog ile birlikte gelmesi gibi annesiyle birlikte idi. işte o kızının 8-10 katı büyüklüğündeki anne geldiğinde burnundan değil, adeta götünden soluyordu. kızının parmağıyla naçiz bedenimi göstermesi esnasında gelebilecek saldırı planlarını hesaplayan ben kendimi en kötü senaryoya yani tekme tokat kombinasyonlarına hazırlıyordum. aslında en kötü senaryo, 100+ kiloluk bir kütle olan o kadının kendisini üzerime bırakması sonrası alacağım şeklin topolojisini kestirememekti. dolayısıyla sakin olmalıydım.
oldum da. "sen misin benim kızımı döven" sözleri eşliğinde 50 cmlik cetvelini çıkarıp "aç bakayım elini" demesi bir oldu bizim çift porsiyonluk müstakbel kaybananın*. ani bir hareketle sağ elimde cetvelin sertlik derecesini test etmiş, acı ile başlayıp, mütemedi bir yanma ile devam eden sancım sol elimade farklı bir hal almıştı. haspa bir de elimi yumru haline getirtip parmak ucu ve tırnaklarımı hedef alan ikinci cetveli de o kısacık zaman dilimi içerisinde indirmişti. lakin hissettiğim asıl acı tekmeleyerek düşürdüğüm bir kızın ruhumdaki vicdan yansımasıydı.
gösteri bitti, bana bakan ve sayısı 30 çifti bulan gözler yön değiştirdi, hayat normale döndü dönmesine de o gün hiç konuşmadık. hatta yanımda dahi oturmadı. ilerleyen zamanlarda göz göze gelmemeye bile özen gösterdik. ben kaçtım, o kaçtı, kovalayan ise gururlarımız oldu. derken bir daha da birbirimizi görmedik, sormadık. işte o gün bugündür bende bir alerji, bir reaksiyon oluştu. meğer "aşk aslında karşındakinin sende hissettirdiği duyguya karşı olanmış."
bendeki ilk aşk da maykıl ceksın şarkılarıyla başlayıp, soğuk ve derin bir sessizlik ile bitmişti.
anladım ki aşk da tıpkı yazıldığı gibiymiş. sesli başlayıp sessiz bitiyormuş.