"namık erdoğan sağlık bakanlığı'nda teftiş kurulu başkan yardımcısıydı. bakanlık'ta çeteler cirit atıyordu. ambulanstan, ameliyat önlüğüne ve röntgen cihazına kadar iştah kabartan bütün ihaleler için birkaç şirket, bakanlığı baskı altında tutuyor, "bu büyük rantı başkalarına yedirmemeye" çalışıyorlardı.
namık erdoğan ihaleleri ve dış alımları incelerken usulsüzlüklere rastladı. bakanlığın birkaç çete artığınca dolandırıldığını fark etti. Mücadeleye girişti.
1994 yılı mayıs ayının 9. günü bakanlığın arkasından arabayla kaçırıldı. yaptığı denetlemelere ilişkin evrak çantası da elindeydi. ailesi ayağa kalktı ancak o gün hiçbir haber alınamadı, ertesi gün de...
12 mayıs'ta namık erdoğan'ı kızılırmak nehri'nin kenarında buldular. çantası yanında yoktu, ama kafasında iki kurşun vardı.
kamuoyu, bu "kayıplar kentinin yakışıklısını nice sonra, yeğeni yılmaz erdoğan'ın yazdığı bıçak tadında birkaç dize ile tanıdı:
hükümet, hepten azgınlaşan terörle "anlayacağı dilden" konuşmaya karar vermiş, yasayı, hukuku bir yana koyup kör bir savaşa girişmişti. adapazarı-hendek-sapanca arasına kurulan şeytan üçgeni ölüm kusuyor, muhalif gazeteler bombalanıyor, yargı önünde mahkum edilemeyenler, "faili meçhul" cinayetlerle yok ediliyorlardı.
çetelere gün doğmuştu. hem kendi bildikleri yöntemleri konuşturuyorlar, hem de himaye görüyorlardı.
"kayıplar" sorunu da böyle doğdu.
20 mart 1995 günü hasan ocak annesini arayıp, "akşama yemek yapma, ben balık alacağım" dedi. kız kardeşinin yaşgünüydü. ancak o gece balık da gelmedi, hasan da... gözaltına alınmıştı, ancak izi bulunamıyordu. annesi emine ocak, günlerce 28 yaşındaki kuzusunu aradı. bir mahkemede kalkıp hakime "oğlumu kimden sorayım" deyince görevli komiser, "gel ben seni oğluna götüreyim" dedi. "sağ mı... inanayım mı..." derken içerde buldu kendini; "mahkemenin huzurunu bozmak"tan 60 yaşında, 19 gün hapis yattı.
55. günün sonunda gelen "meçhul" bir telefon, oğlunun gerçek adresini fısıldadı: hasan'ın telle boğulmuş bedeni, kimsesizler mezarlığında yatıyordu.
mezarı açtılar. emine ana, oğluyla kucaklaştı.
işte kayıp yakınları bu olaydan beridir her cumartesi, yarım saat için galatasaray lisesi önünde toplanmaya başladılar. orada yalnız olmadıklarını farkettiler; hasan'ın ardından diğerleri gelmiş, sadece o yıl gözaltında kaybolduğu iddia edilen insan sayısı 300'ü bulmuştu.
rakam büyüdükçe, galatasaray'da toplananların sayısı da büyüdü: isyanlarını içlerine gömüp, çevrelerini kuşatan polisten, ilgisiz gözlerle geçen kalabalıktan oğullarının, kızlarının hesabını sordular. suskunluklarıyla konuşturdular bizi, oturarak ayaklandırdılar ve en küçük bir olay çıkarmadan dünya çapında bir eyleme imza attılar.
lakin "kamu vicdanı'nın harekete geçmesi beklenirken, harekete geçen yine "kamu otoritesi" oldu. yakınlarını yitirdikleri yetmezmiş gibi bir de itilip kakıldılar, tartaklanıp, içeri atıldılar.
türkiye'nin sivil direniş tarihine geçecek kadar barışçıl olan bu eylemi, "şemdin sakık'ın düzmece karalamaları" da gözden düşüremeyince, sonunda güvenlik güçleri seferber oldu. son iki haftada 157 kişi gözaltına alındı.