enseden süzülen bir ter damlasının akım esnasında karşılaştığı engeller arasında balta girmemiş tarak yüzü görmemiş sırt ve basen kıllarıyla karşılaşması olayı bize yeşilçam filmlerinin köprüde koşup ağır çekimde sarılıp sevişmeye başlayan çiftlerini hatırlatır. ter damlası sırtla kalça yanaklarının buluştuğu bölgeye yakın mevkilerde karşılaştığı ilk kıl tanesi yardımıyla önce 2 parçaya ayrılır . daha sonra birbirinin karesi şeklinde üslü ifadelerle belirtebileceğimiz astronomik rakamlara ulaşan kıl setleriyle sağ ve sol yanak arasına gelene kadar moleküllerine ayrılır . buraya kadar herşey güzeldir , lakin arkasından onu takip eden arkadaşlarının molekülleriyle buluşup , basen diye tabir ettiğimiz kıç bölgesinde ufak bir gölet oluşumuyla kendini gösterene kadar . göletimiz öncelikle eğer dolmuştaysak göle , ardından tempolu olarak yetişmeye çalıştığımız yer varsa okyanusa , devamında kendimizi duşa atana kadardan bacaklardan ayak bilekleri içine kadar süzülmeye devam eder . akabinde ayaktan çıkan bu terin ayaklara ait olduğu sanılır ve ister istemez bir vecize olarak ayakların kokuyor , git yıka dumuru insanın benliğine sindirilir . ama sanıldığı gibi değil , o ter enseye aittir . işte atomların , moleküllerin , elementlerin , dışkının doğadaki mucizevi gezinimi budur .