bunlar beyazperdenin ya da sahnelerin ünlüleridir. onlar için kanlı bir savaşı yönetmenin, dilinden dökülen bir emir ya da direktifle binlerce hatta yüzbinlerce gencin kendilerini ölüme atma sorumluluğunun verdiği stres ve sıkıntı yoktur. ülkelerinin, var olma ya da yok olması ancak, film şeritlerinden beyazperdeye yansıyan ve gerçekte var olmayan sanal görüntülerde söz konusudur. onların, ünlerini artırmak ve kalıcı olmak için bu tür kendilerine has tarzları özellikle yarattıkları ve bir tür reklam aracı olarak kullandıkları da bilinmektedir.
buna mukabil,
günde bin alman uçağının bomba yağdırdığı londra'da başbakanlık yapan viski ve puro müptelası winston churchill için ya da kurulmasına ön-ayak olduğu genç cumhuriyeti yaşatmaya, kalıcı kılmaya uğraşan, kafasını kurcalayıp duran yüzlerce değişik konudaki binlerce planı, nasıl uygulamaya dökerimin hesabında olan 'mustafa kemal' için aynı şeyleri söylemek, söyleyebilmek gerçekten zordur.
bakınız! doktorunun yalvarırcasına ricada bulunduğu içki konusunda hangi içten cevabı veriyor, mustafa kemal;
mim kemal öke : ''paşam, alkolü biraz azaltabilseniz tedavinize büyük faydalar sağlayacak, eminim!'' mustafa kemal : ''uyuyamıyorum kemal, uyuyamıyorum.''
olayları, yaşanmış olduğu dönemin koşullarında değerlendirmek en doğru yöntemdir. şüphesiz, bu demek değildir ki, mustafa kemal ya da winston churchill doğru yapıyorlardı. ancak, çok değil! daha on yıl öncesine kadar şehirlerarası otobüsler; birer köfteci dükkanından farksızken ve bu durum, iki-üç bilinçli fakat cılız sesten başka eleştiri almazken, toplumsal bilincin hızla arttığı şu günlerde, yetmiş yıl önce gerçekleşen eylemlerinden dolayı onları suçlamak, insaf ve merhamet sınırlarını zorladığı gibi biraz ' bok atayım ama nasıl? ' ıkınmasının ürünü izlenimi de veriyor, doğrusu.