bakın size savaşı anlatayım.
dile getirildiğinde dervişlere abdest maşrabaları tekmelettiren, renk ve güneş düşkünü değirmen çocuklarının anlamadığı o savaşı.
ne ares, ne hitler, ne arz. böyle savaş bilmez hiçbiri.
bu savaş, barış zamanlarında körüklenen, merkezi insan, hedefi insan, müttefiği insan, düşmanı insan; soykırım olsa insan; af olsa insan...
bu savaş bağlama tellerinde, bu savaş meydanlarda yürüyüşlerde, bu savaş geceleyin bir korku, bu savaş paylaşılan yarım kab aş, bu savaş ölülere esinti, dirilere ölü eli.
biz bu savaşın basit erleri, allah'ın aciz, günahkar köleleri.
biz bu savaşı sabaha karşılarda kurduk, sabahın ilk ışıklarında düşledik, ancak gün toprağa kavuşunca ...ler ve dünyacılar arasında bir tümen kuramadık; şimdilik minimal cephelerimiz, zihnimizde kurguladığımız dev yıkım ve yapımlara yarım yamalak ev sahipliği yapıyor.
evet, biz bu savaşı sabaha karşı, gece yarısı, üşürken bir deniz kenarı, susarken bir yarım çay önünde titrerken ve diğerleri...
biz bu savaşı "insansız" mülkiyeliler olarak, insanlardan uzakta kurguladık.
çünkü ancak o zaman zehirlenmedik ve söylemesi mümkün bir çift lafımız oldu.
nietzche üstinsan diye yırtınırrken, "olsun bir denemedir" diye hafif bir selamlamayla ve hızla onu aşıp, rabb-insan ilişkisindeki noksanlıkların kaynak ve sebeplerine kan kusarak kükredik.
ama insandık, mağlup olduk, yenildik çoğu kez.
o dev basamaklarla çıkılan tapınaklarda bir zamanlar zeus'un oturduğuna inanan sıcak şarap ve nişantaşı döllerinin karşısına,
kapıcı dairesine inan basamakların daha yüce olduğu savunmasıyla dikildik.
inanır mısınız ?
biz böyle dikilince.
bizi de zeus sandılar.
salaklar.