iyi okuyun yıl 1999 şimdi 2010 ve rusya ile anlaşma imzalandı.halka soralım diyenler %84 HAYIR dediği nükler santrali kendileri Evet deyip başlattılar.işte size millete soralım yalanı. 12 eylül de HAYIR bunların topuna alayına HAYIR..!
AKKUYU NÜKLEER SANTRAL PROJESi:
SORULAR VE CEVAPLAR...
Arif Künar (Elektrik Mühendisi, Elektrik Mühendisleri Odası
Nükleer Enerji Komisyonu Üyesi)
01 Aralık 1999
1 - 2 - 3 - 4 - 5. bölümlere ulaşmak için
6 - 7 - 8 - 9. bölümlere ulaşmak için
10 - 11 - 12 - 13. bölümlere bu sayfadan
iÇiNDEKiLER
10- Ülkemizde yanlış bir "Enerji Sanayileşme Politikası" izleniyor
11- Peki! Neden Akkuyu?
12- ÇED Yönetmeliği Akkuyu'ya uygulanmıyor. Uyulması gereken uluslararası anlaşmalar dikkate alınmıyor.
13- Sağduyulu yurttaşlar ve Akkuyu'lu köylüler, 1978'den beri 'Atom Santralı'na HAYIR' diyor.
10- Ülkemizde yanlış bir "Enerji Sanayileşme Politikası" izleniyor
Ülkemiz; 50’li yıllardan beri enerji ve sanayi politikalarında uygulanan yanlışlıklar, plansız ve gerçekçi olmayan projeksiyonlar nedeniyle hızlı bir çıkmaza girmektedir. Kuşkusuz, bu temel yanlışlıklar, hem enflasyonun artmasına hem de sağlıksız bir büyümeye, yaşadığımız ekonomik krize neden olmaktadır. Türkiye kendisine ‘ağır sanayi’, ‘kirli sanayi’, ‘enerji yoğun sanayi’ yolunu seçmişse, sorun yaşaması kaçınılmazdır.
Örneğin Fransa, kendi ülkesindeki çimento fabrikalarını kapatıp, Türkiye’nin ‘gururla’ özelleştirdiği 5 adet çimento fabrikasını satın aldı. Çimentoları bizden ithal ediyor ve bize de, bu fabrikaların kullandığı enerjileri üretmemiz için nükleer santral satmaya çalışıyor. Böylelikle bize hem nükleer santral pazarlıyor, hem de temiz ve sorunsuz bir şekilde çimento sağlamış oluyor. Biz ise, hem nükleer santrallerin parasını ödüyoruz, bu arada bütün riskine katlanıyoruz, hem de çevreye büyük zarar veren bir üretimi-ürünü, güzel ülkemizi kirletmek pahasına övünerek ihraç ediyoruz. Sonuçta pazarlanan yalnızca çimento değil; insanlarımızın sağlığı, çocuklarımızın geleceği, doğamızın ve kaynaklarımızın bizatihi kendisidir. Benzer şekilde sürekli sanayileşiyoruz diye övündüğümüz, ama üzerinde bu yönleriyle hiç düşünmediğimiz, farkına varmadığımız bir çok tesisimiz var. Otomotiv, tekstil, kimya ve demir çelik fabrikalarımız da, dünyadaki en kirletici ve enerji yoğun eski teknolojilerine sahip olma unvanlarıyla üretim yapmaya devam ediyorlar.
Bir iddia da, nükleer teknoloji sayesinde, ülkemizin insan ve teknolojik kültürünün, altyapısının gelişeceği, kalitesinin artacağıdır ve ülkenin sanayileşmesinin hızlanacağıdır. Nasıl ki bilgisayarların mikroişlemcisini hazır alarak, bilgisayar yaptığımızı ya da F-16’ların elektronik ve mekanik tüm parçalarını ABD’den alıp, Türkiye’de monte ederek uçak yaptığımızı iddia edemezsek; nükleer santralı anahtar teslimi alınca da, ülkemize yüksek teknolojiyi sokmuş olmayacağız. Eğer gerçekten bu ülkede yüksek teknolojiye sahip olmak istiyorsak; yazılım, telekomünikasyon projeleri, rüzgar, güneş enerjisi, çevre teknolojileri, bilgi teknolojileriyle uğraşmak daha akılcı bir tercih olacaktır..
Ulaştırma politikası olarak deniz ve demiryolu yerine, karayolları taşımacılığını benimsediğimiz için, ithal ettiğimiz enerji kaynaklarımızın yarısını da bu yolla harcıyoruz. Çünkü, Ülkemizdeki toplam kamyon ve otobüs sayısı, bütün Avrupa ülkeleri toplamından daha fazla.
Ne için, kim için, ne kadar ve nasıl bir üretim-sanayileşme-enerji politikası izlediğimizin farkında değiliz. Bu yanlış sanayileşme politikalarını desteklemek ve beslemek için yapılan tüm enerji planlamalarının, hesaplarının ve yatırımlarının da, ne kadar yanlış ve yanıltıcı olduğunu ortadadır.. Türkiye, sanayileşme politikalarını ve dolayısıyla sanayileşme tercihlerine göre belirlenen enerji planlamalarını eski teknolojilere, fosil yakıtlara göre değil, daha akılcı, verimli, temiz ve çevreyle uyumlu teknolojilere göre yeniden düzenlemelidir. Çünkü ‘yeni’nin planlaması, ‘eski’ye göre yapılamaz.
11) Peki! Neden Akkuyu?
ilk nükleer santral kurma niyetlerinin 35 sene öncesine dayandığı ülkemizde, o günkü dünya konjonktürüne göre nükleer santral yapılmasına karar verilip, yer seçimi çalışmalarının yapılması 1972-1976’lı yıllara rastlıyor. 1970’li yıllardaki mevcut teknoloji ve etüt bilgilerine göre yapılmış olan çalışmalarla yeri belirlenen ve yer lisans onayı alan Akkuyu Nükleer Santral Projesinin, bugün benzer bir çalışma yapıldığı taktirde, artık lisans onayı alamayacağı ileri sürülüyor.
1976 yılında Akkuyu’ya yer lisansı onayı veren 3 kişiden biri olan Prof. Dr. Tolga Yarman, 16 Ekim 1999 günü, Ankara’da TMMOB tarafından düzenlenen Nükleer Enerji Kongresi’nde yaptığı konuşmada, şu iddialarda bulunmuştur; ‘ Çeyrek yüzyıl önce verilen lisans bugün geçerli addedilemez; çünkü lisans verme kıstasları değişmiş sayılmalıdır ve yeniden vazedilmedir. Çeyrek yüzyıl önce verilen lisans, bir ‘Turizm Etki Değerlendirmesi’ni kapsamamıştır; çünkü santralin o zaman, bugünkü boyutta olmayan, turizme vereceği zarar diye, bir kavram yoktur. Ben bugün TAEK’te olsam, Akkuyu’ya lisans vermem. Lisans verilecek olsa şerh koyarım. Bunu ilan ediyorum. Aynı biçimde, inanıyorum ki, Profesör Yalçın Sanalan da aynı yönde bir tavır alırdı. Lisans başvurusunu TEK adına, Nükleer Santral Dairesi Başkanı Dr. Ahmet Kütükçüoğlu imzalamıştı. Bilerek söylüyorum ki, anlattığım sebeplerden dolayı, Dr. Ahmet Kütükçüoğlu, Akkuyu’ya dönük olarak, Kurumu adına böyle bir başvuruda bulunmaz; başvuruda bulunulacak olsa, başvuru yazısına imzasını koymazdı’.
Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda görevli olan Dr. Aybars Gürpınar’ın da yer seçimi ile ilgili ciddi uyarıları var;’ Ancak bir nükleer tesis için ( veya herhangi önemli bir yatırım için ) yer seçimindeki tek kriter güvenlik de değildir. Ekonomik, sosyal ve politik etkenler yer seçiminde büyük rol oynarlar...Bu aşamada nükleer santrallerin nüfusa ve çevreye verebilecekleri zararlar diğer enerji seçenekleriyle karşılaştırmalı olarak, yansız ve saydam bir şekilde değerlendirilmelidir...Türkiye’de kötü seçilmiş yerlere örnek maalesef çok fazladır. Sanayinin büyük bir bölümü Türkiye’nin en depremsel bölgelerinden birisi olan istanbul-izmit-Bursa üçgenindedir. Çevreye zararlı endüstri tesisleri en verimli ovalara kurulabilmektedir. Tesis-çevre optimizasyonu ya hiç yapılmamakta ya da politik kararları izleyen ve onları onaylamaya güdümlü birer rapor niteliği taşımaktadır. Türkiye nükleer enerjiyi geçerli bir seçenek olarak benimsediği takdirde nükleer güvenliğin uluslararası standartlara uymasını sağlamak zorundadır’ (Nükleer Santrallerde Güvenlik, Teknik iletişim Dergisi, 1996 ).Akkuyu’da nükleer santral kurma kararı için, o gün savunulan gerekçelerin, bugün neden geçersiz olduğunun bir kez daha altını çizelim;
*Askeri, Ulusal Güvenlik Stratejileri Açısından Uygun Bir Bölge: 1970’li yılların
konjonktürüne göre, önce Marmara ve Karadeniz Bölgelerinde kurulması düşünülen santral, Milli Güvenlik Konseyi’nden gelen itirazlar üzerine, Sovyetler Birliği ‘tehlikesi’ nedeniyle Güney’e kaydırılmış ve Akkuyu seçilmiştir. Ancak son gelişmeler nedeniyle, konjonktür artık değişmiş ve ‘tehdit bölgesi’, ‘tehlikeli komşular’ Akkuyu’ya daha yakın durumda şimdi.
*Yer, Zemin ve Deprem Etütlerine Göre En Uygun Bölge: 25 yıl önceki teknolojik olanaklara ve bilgilere göre etütleri yapılarak onaylanan yer lisansının bugün için geçersiz olduğu ortadadır. ODTÜ’den Prof Dr. Polat Gülhan ile Prof Dr. M. Semih Yücemen tarafından 17 Ağustos depreminden sonra yayınlanan bir makalede şu görüşlere yer verilmiştir; ‘ Halen yürürlükte olan Deprem Bölgeleri Haritası (en son harita 18 Nisan 1996’da yürürlüğe girdi, Akkuyu için temel alınan ise 1972 yılına ait Deprem Bölgeleri Haritası idi ), Türkiye’nin ne ilk haritasıdır, ne de sonuncusu olacaktır. ileride geliştirilecek teknikler, farklı hesap yöntemleri, ülkemizin tektoniğini, kabuk yapısını, depremlerin kuvvetli yer hareketi özelliklerini daha yaygın şebekeler ile ölçme imkanlarının doğması, dünyada bu konuda geliştirilecek başka yaklaşımlar, yeni fay sistemlerinin varlığının anlaşılması sonucu bunun da yerini daha geliştirilmiş bölgelendirme haritalarının alması, belki de halen ABD’de olduğu gibi kısa ve orta periyottaki spektral ivmelerin haritalanması gündeme gelecektir. Bilimsel gelişmenin kaçınılmaz sonucu budur’ (Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası Değişmeli midir?, Türk Mühendislik Haberleri, 1999/4).
*Olası Bir Kazada Etkilenecek ve Tahliye Edilecek Nüfus Yoğunluğu Az Bir Bölge: Evet belki 25 yıl önceki koşullarda, gerçekten yoğunluk azdı. 25 yıl önce, kimse bu bölgenin bir turizm bölgesi olacağını, hem de yılda ülkemize 10 milyar dolar turizm girdisi sağlayacağını öngörememişti. Giderek turizmin Akdeniz’de, Antalya ve Mersin kıyıları arasında artmasıyla, özellikle yazın, nüfus yoğunluğu milyonlarca kişiye ulaşmaktadır. Nükleer bir kaza veya muhtemel bir deprem sonucundaki potansiyel radyasyon yayılımında; yalnızca Antalya, Mersin değil; ‘Böylesi bir durumda Türkiye, Ortadoğu Ülkelerinin-Kıbrıs, Yunanistan, israil, Suriye, Lübnan, iran, Irak, Ürdün, Mısır, Libya gibi- büyük risk altında olduğu ‘işaret ediliyor (Türkiye’deki Nükleer Reaktörlerdeki Potansiyel Bir Kazaya ilişkin Riskin Analizi ve Görselleştirilmesi, John Taylor ve Stuart Ramsden, Avusturalya Ulusal Üniversitesi. Greenpeace için 1998 yılında Kimyasal Taşınım Modeli ANU-CTM kullanılarak hazırlanmış rapor). Ayrıca daha önce çok iyi hesaplanmamış olan, nüfus yoğunluğu konusunun yanı sıra, en ufak ‘gerçek’ bir kazadan veya dış kaynaklı olarak çıkartılmış bir kaza ‘söylentisinden’, bölgede giderek artan turizm potansiyeli, narenciyecilik, sebzecilik gibi tarımsal faaliyetler de büyük zarar görecektir. Zaten PKK’ya, Apo’ya, depremlere bağlı olan turizm sezonlarımız, bir de Akkuyu Nükleer Santralı kazalarına, kaza senaryolarına endekslenmemelidir.
*Santral, Mersin, Adana, Konya, Antalya Gibi Sanayi Kentlerine Elektrik Sağlayacağı için iletim Kayıplarının Az Olacağı Bir Bölge: Bu bölgelerin ihtiyacı olan elektrik zaten, Güneydoğudaki hidroelektrik santrallerden sağlanıyor. Buradaki amaç, Marmara, Bursa, istanbul civarındaki sanayi bölgelerine, üretilen elektriğin, enterkonnekte hatlarla taşınmasıdır. Akkuyu’dan istanbul’a bu elektrik taşınırken, önemli bir kısmı hatlarda kaybolacak. Kısaca yük merkezlerine de oldukça uzak bir bölgedir.
*Nükleer Santraların ihtiyacı Olan Soğutma Suyu için Uygun Bir Bölge: Nükleer santrallerin deniz kenarında kurulmasının nedeni, soğutma suyuna ihtiyaç duymalarıdır. Fakat Akdeniz’in insanları gibi denizi de sıcaktır. Bu nedenle burada kurulacak santralın ‘termodinamik verimi’ Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman’ın da sıkça dile getirdiği gibi düşük olacaktır. Teknik açıdan da, enerji verimi düşük olacak bir bölge seçilmiştir.
12) ÇED Yönetmeliği Akkuyu'ya uygulanmıyor. Uyulması gereken uluslararası anlaşmalar dikkate alınmıyor.
1976 yılında yer lisansı alınma aşamasından, bugüne kadar geçen çeyrek yüzyılda, Akkuyu Nükleer Santralı yapılırsa çevreye, denize, bitki örtüsüne, havaya, canlılara verilecek zararlar ve etkileri ile, sosyo-ekonomik sonuçlarının, toplumsal maliyetlerinin, fayda-maliyet alternatiflerinin neler olacağına dair, henüz ‘çok ciddi ve kapsamlı’ bir çalışma yapılmamıştır.
17 Aralık 1996 günkü Resmi Gazete’de ‘Muhtelif Malzeme Satın Alınacaktır’ ilanıyla ihaleye çıkan TEAŞ tarafından, bugüne kadar Çevre Bakanlığı’na başvuruda bulunulup (her ne kadar bozacının şahidinin, şıracı olacağını biliyorsak olsak ta), ÇED süreci resmen başlatılmamıştır. Oysa 07.02.1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmelikte, Nükleer Santraller; Ek-I listesi 1-b bendinde bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu tür faaliyetler ÇED Raporu hazırlamakla yükümlü faaliyetler listesinde yer almaktadır.
Akkuyu Nükleer Santralı ihalesi için, TEAŞ tarafından, ihaleden, hatta yer lisansından önce ÇED başvurusu yapılması gerektiği halde, henüz yapılmamıştır. TEAŞ ısrarla, ülkemizde ‘ciddiyeti ve bilimselliği’ taraflı hazırlandığı için tartışılır olan, resmi ÇED Mevzuatına uymaya bile gerek duymamıştır. Savunma olarak ta; ihale sonuçlanıp, kazanan firma belli olunca, ÇED raporunu firma yaptıracak denmektedir. Oysa, bunca sene Akkuyu’da altyapıya 100 milyon dolar harcayıp, bir de ihaleyi sonuçlandırdıktan sonra (MAI ve Uluslararası tahkime göre, geri dönüşü olamayacak), ÇED onayının alınması, her koşulda önceden zaten garantilenmiş, kabul edilmiş demektir.
Çevre Bakanlığı’nda görevli ve ÇED konularında uzman olan irfan Önal’ın, Akkuyu konusunda Çevre Bakanlığı’nın görüşünü açıkladığı tebliğine göre; ‘Çevre-Sanayi ilişkilerinin en üst yönetim biçimi olan ‘ Çevresel Etki Değerlendirmesi’, çevreyi doğrudan ya da dolaylı olarak, olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen bir faaliyetin, bu etkilerinin, bu faaliyetle ilgili yatırımlara başlamadan önce henüz karar verilme aşamasında iken, irdelenmesi ve bu faaliyetin yaratabileceği olumsuz etkilerinin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alternatif çözümlerin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. ÇED çalışmalarında en önemli konulardan birisi raporun hazırlanma zamanıdır. Bu genelde ‘en erken safha’ olarak tanımlanır. Burada en erken safha, proje için kesin uygulama kararı verilmeden ve yatırımlara başlamadan önceki safhadır. Burada önemli olan, projenin çevreye olumsuz etkileri olması durumunda, projenin uygulanmaması ve yapılacak mali giderlerin ve zaman kaybının önlenmesidir.’,’ Ancak bugüne kadar Bakanlığımızda söz konusu faaliyetin gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak faaliyet sahibi tarafından herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır.’(Çevresel Etki Değerlendirmesi Açısından Nükleer Santraller ile ilgili Mevzuat, ME.Ü. Mühendislik Fakültesi Derlemeler Dizisi 3, Akkuyu Nükleer Santralı Özel Sayısı).
Akkuyu Bölgesi için, maalesef bugüne kadar kapsamlı, gerçekçi, güvenilir, ‘çok ciddi ve bilimsel’ bir çalışmanın yapılmadığını biliyoruz. Ancak kısmi olanaklarıyla yöreyi inceleyip, bağımsız bir rapor hazırlayan Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güngör Uzun’a göre; ‘Akkuyu santral sahası çevresiyle birlikte Türkiye’nin güney sahilindeki, topoğrafik özelliklerin de elvermesinden kaynaklanan insan etkisinin fazla zarar veremediği nadir yerlerden biridir.’, ‘ Küçük körfezlerin biyolojik üretkenliğinin sulak alanlardan bile fazla olduğu gerçeği de göz önüne alındığında Akkuyu Körfezi daha da önem kazanacaktır.’, ‘ Bununla birlikte Türkiye’de doğal alanların giderek yok olduğunu da göz önünde bulunarak, Akkuyu’da yapılacak fiziksel gelişmeler için iyi düşünüp, bilimsel veriler ışığında doğru karar vermek zorundayız. Çünkü bizler aynı zamanda kaybettiklerimizin hiçbir zaman geri getirilemeyeceğinin bilincindeyiz. Bugüne kadar Akkuyu ile ilgili çalışmalarda mevcut çevresel özellikleri belirlenme ötesine gidememiştir.’ ( Nükleer Santral Kurulması Planlanan Akkuyu’nun Doğal Özellikleri, TMMOB Türkiye Enerji Sempozyumu 1996 ’ya sunulan tebliğ ).
Ayrıca Akkuyu’da yapılmaya çalışılan nükleer santral projesi, Türkiye’nin çevre konusunda doğrudan taraf olduğu, aşağıda listesini yayınladığımız Ulusal/Uluslararası Anlaşmalara, Protokollere ve Deklarasyonlara aykırı bazı özellikler taşımaktadır.
*Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Teşkilatı Hakkında Sözleşme, Paris 1951 ( Türkiye 10.08.1965 )
*Kuşların Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme, Paris 1959 ( R.G. 17.12.1966, Sayı 12480 )
*Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme, Paris 1972 (R.G. 14.02.1983 Sayı 17959 )
*Avrupa’nın Yaban Hayatı Ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Bern 1979 ( R.G. 20.02.1984, Sayı 18318 )
*Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme, Ramsar 1971
*Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi, Barselona 1976 ( R.G. 12.06.1981, Sayı 17368 )
*Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan Kirleticilere Karşı Korunması Hakkında Protokol, Atina 1980 ( R.G. 18.03.1987, Sayı 19404 )
*Akdeniz’de Özel Olarak Korunan Alanlara ilişkin Protokol, Cenevre 1982 ( Türkiye 06.11.1986)
*Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ( 5 Haziran 1992, Rio )
*Stockholm, insan Çevresi Deklarasyonu, 1972
*AGiK Helsinki Nihai Senedi, 1975
*Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi, Cenova Deklarasyonu, 1985
*BM/AEK Flora, Fauna ve Yaşam Ortamlarının Korunması Deklarasyonu, 1988
*BM/AEK Çevrenin Korunması ve Doğal Kaynakların Rasyonel Kullanımı için Bölgesel Stratejisi, 1988
*Avrupa Çevre ve Sağlık Şartı, Frankfurt 1989
*Akdeniz Bölgesinde, Avrupa Akdeniz Çevre işbirliği Lefkoşe Şartı, 1990
*Akdeniz Havzasında Çevre Konusunda Avrupa-Akdeniz işbirliğine ait Kahire Deklarasyonu 1992
*Gündem 21, 1992
13) Sağduyulu yurttaşlar ve Akkuyu'lu köylüler, 1978'den beri 'Atom Santralı'na HAYIR' diyor.
Akkuyu Nükleer Santral projesine ilk tepkiler, yörede halkın çok sevdiği, o zamanki Köy-Kop Genel Başkanı Aslan Eyice önderliğinde, 1978 yılından itibaren giderek artan bir tempoda gelişti. Bu tepkilere tercüman olan ve köşesinde bu mücadalenin bayraktarlığını üstlenen değerli yazar merhum Örsan Öymen ve yerel basın sayesinde, bu mücadele kamuoyuna taşındı. Yine, 1978 yılında başlayan bu mücadeleye, TMMOB ve Elektrik Mühendisleri Odası yoğun destek verdi. Mersin yöresinin tüm beldelerinde ve ilçelerinde toplantılar, paneller yapılarak, halk bu konuda bilgilendirildi.
1990’lara kadar gündeme gelmeyen bu konu, tekrar ısıtılıp kamuoyunun önüne konulunca, tepkiler hem yerel, hem de ulusal/uluslararası boyutta tekrar canlandı. Bu kez tüm dünyada ve dolayısıyla ülkemizde de gelişen yeşil, çevreci hareketler ve sivil toplumsal hareketlerle de bütünleşen bu mücadele, çok renkli, geniş çaplı bir Nükleer Karşıtı Platforma dönüştü.
Bu platformun içinde; KESK, DiSK, HAK-iŞ gibi sendikalardan, Türk Tabibler Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Barolar Birliği, Türk Veteriner Hekimler Birliği, Mülkiyeliler Birliği,TMMOB gibi saygın meslek örgütlerine, Atatürkçü Düşünce Derneklerinden, Halk Evlerine, Ziraatçılar Derneğinden, Mersin Yardımlaşma ve Kültür Derneğine, DHKD, ÇEKÜL’den, Akkuyu’nun Büyükeceli Çevre Derneğine, ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneğinden, Fizikçiler Derneğine, çeşitli partilerden, binlerce sağduyu yurttaşa kadar çok farklı unsurlar bir araya geldi. Bu platform, nükleer santralara karşı; 1993 yılında kısa bir sürede 170 000 imza toplayarak, o zaman ki TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’a sundu.
Yine aynı yıl ilk Nükleer Karşıtı Kongre Ankara’da toplandı.
Nükleer Karşıtı Platform ve Yöre Belediyeleriyle birlikte, 1993 yılından beri düzenli olarak, 5-6 Ağustos tarihlerinde her yıl Akkuyu’da Şenlikler yapılıyor. Bu şenliklere, Ülkemizin dört bir yanından yüzlerce duyarlı insan, kurum ve kuruluş katılıyor. Daha önceki yıllarda çeşitli partilere mensup milletvekili Fikri Sağlar, Aydın Güven Gürkan, Ercan Karakaş, istemihan Talay, Ali Er şenliklere katılıp, bu mücadeleyi desteklediklerini kamuoyuna açıklamışlardır.
Özellikle Greenpeace Türkiye Ofisi’nin yoğun çabaları ve katkılarıyla, hem yörede, hem de Türkiye çapında renkli, ses getiren nükleer karşıtı eylemler gerçekleştirildi..
En son 18 Nisan 1999’da yapılan belediye başkanlığı seçiminde, daha önce nükleer karşıtı gibi görünen, ama yapılan manipulasyonlar sonucunda birden nükleerci olan (eskiden de CHP’li olup, sonradan ANAP’a geçen) eski belediye başkanına karşı, nükleer santrale karşı çıkan şimdiki Belediye Başkanı; 2 kat fazla oy alarak seçilmişti. Fakat, bir takım bilinen ve bilinemeyen vaatlerle (belediyenin borcunu temizlemek, yeni işçi istihdamlarını Belediye Başkanının yakınlarından sağlamak gibi), malum uygulamalarla, yeni başkan ve yöre halkı üzerinde de çeşitli oyunlar, yoğun baskılar yapılıyor. Oysa Büyükeceli Belediye Başkanı Hümmet Büyük, 10 Temmuz 1999 günü, halk oylaması öncesinde şu açıklamayı yapmıştır; ’35 yıldır yılan hikayesine dönen bu nükleer santral projesi yüzünden, yöremiz yaşamsal bazı yatırımlardan, özellikle de turistik tesislerden mahrum bırakıldı. Kıyılarımız Akdeniz’in en güzel ve el değmemiş kıyılarıyla dolu. Yöre belediyeleri olarak, 2 hafta kadar önce Ankara’ya gelerek TEAŞ’a nükleer santrale karşı olduğumuzu bildirdik. Akkuyu körfezini yabancı nükleer şirketlerin çıkarlarına kurban ettirmeyeceğimizi kendilerine duyurduk’. Akkuyu Nükleer Santralı’nın yapılması planlanan Büyükeceli’ye komşu olan Yeşilovacık’ın Belediye Başkanı Halil ibrahim Yetkin’de, yine 10 Temmuz 1999 günü yaptığı basın açıklamasında, şunları dile getirmiştir; ‘Göreve geldikten sonra, soyu tükenme tehdidi altında bulunan Akdeniz Foku’nu Belediyemizin simgesi olarak seçtik. Bu sevimli deniz canlılarının resmi koruma altına alınmış bulunan yaşam alanlarına, kirletici reaktörler inşa edilmesine izin vermeyeceğiz. Halkımız buna karşıdır ve bu durumda nükleer santral planı hayata geçirilemez.’ ( Greenpeace Basın Açıklaması, 13 Temmuz 1999 ).
11 Temmuz 1999 tarihinde Yeşilovacık ve Büyükeceli’de yapılan halk oylamasında, katılanların %84’ü Akkuyu Nükleer Santrali’ne hayır demiştir.
Türkiye’de Nükleer Santral yapılmasına karşı çıkan, Ülkemiz için çok ciddi ve önemli uyarılarda bulunan Türk kökenli; Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Özcan Mutlu, Mahmut Erdem, Gıyasettin Sayan, Mehmet Kılıçgedik, Fazile Kekik gibi Almanya Federal ve Eyalet Milletvekilleri ile Avrupa Parlemontosu Milletvekili Ozan Ceyhun’un, 14 Ekim 1999 günü imzalayıp Türkiye’ye gönderdikleri mektupta, şu görüşler yer almaktadır; ‘1970’li yıllarda kurduğu nükleer santrallerden kurtulmaya çalışan Almanya’da federal parlamento, eyalet parlamentolarında ve belediye meclislerinde görevli olan biz Türkiye kökenli insanlar, nükleer enerji santrallerinin Almanya’da neden yenilerinin kurulmadığını ve kurulu olanlardan kurtulmaya çalışmasının nedenlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz..
Dünyayı enerji sıkıntısından kurtaracağı sanılan nükleer santraller, Amerika ve Ukrayna’daki kazalar sonrası güvenli teknoloji olma özelliğini kaybettiler. Çalıştırılmaları için gerekli ek maliyetler, öngörülen çalışma süreleri dolmadan kapatılmalarını ekonomik açıdan cazip hale getirdi.
Kapatılması planlanan nükleer santrallerin sökülüp, kısa ve uzun vadeli olarak bertaraf edilmesi işleminin santralın yatırın ve işletme maliyetlerinin 5-10 misline eriştiği ortaya çıktı. Kullanılmış nükleer yakıtların uzun vadeli depolanması tesislerinin maliyetlerini halen tüm dünya ülkeleri nasıl karşılayacağını kara kara düşünmektedir. Almanya’da kapatılması düşünülen mevcut nükleer santrallerin kaç yılda kapatılabileceği üzerine değerlendirmeler sürmektedir. Almanya’nın ekonomik gücü ve teknik kapasitesi ile bile bu pislikten ancak 20-25 yılda kurtulabileceği tartışılmaktadır.Türkiye’de enerji sektörü yatırımlarını yönlendiren karar vericilere, tüm dünyanın kurtulmaya çalıştığı nükleer santralleri Türkiye’de kurmamalarını ve ülkenin geleceğini karartmamalarını öneriyoruz.
alıntı http://www.antimai.org .
iyi okuyun yıl 1999 şimdi 2010 ve rusya ile anlaşma imzalandı.halka soralım diyenler %84 HAYIR dediği nükler santrali kendileri Evet deyip başlattılar.işte size millete soralım yalanı. 12 eylül de HAYIR bunların topuna alayına HAYIR