husserl, genel geçerli ve herkesçe bilindiği sanılan şeyler hakkındaki "zan" ve "kanaat"leri terkederek, bunların anlamlarını yeniden bulmanın felsefesini getirir. bu terketme işlemine "epoche" adını verir; yani, "hüküm vermekten kaçınma".. fenomenolojinin temeli olan epoche tavrına göre, hiçbir şey, fenomenolojik araştırmaya tabi tutulmadan bilinmeyecek, hakkında "şudur" denilmeyecek ve araştırma sonunda her şeyin anlamı yeni bir biçimde ortaya çıkacaktır.
varoluşçuları derinden etkileyen bu felsefe köken olarak önce gazali'ye ve sonra sokrates'e ulaşır. gazali'nin "yakin" adını verdiği, bilindiği sanılan her şeyi terkederek "açıklık kazanmak" metodu burada da aynen geçerlidir. bunun tipik bir şeklini de sokrates'in "bildiğim bir şey varsa, hiçbir şey bilmediğimdir" anlayışında görürüz. gerçekten de eflatun'un bütün diyaloglarında sokrates, prensip olarak hiçbir şeyi bilmez, her şeyi tartışma ve araştırma içinde öğrenir. eflatun, bu tartışma ve araştırma metoduna "diyalektik" adını verir.
demek ki, husserl'in fenomenolojisi, her ne kadar hegelci anlamda bir diyalektik değilse de, gazali'ci anlamda bir "cedel" ve eflatuncu anlamda bir "diyalektik" metodunu barındırır.