bir şemsi paşa'mız vardır. tarihte olduğu gibi günümüzde de meşhurdur. üsküdar sahilinde bir camii ve bir mahallesi vardır. "şemsi paşa pasajında sesi büzüşesiceler" sözünü kim bilmez.
işte o şemsi paşa, kanuni'nin veziriymiş. sokullu ile arasında bir husumet varmış. daha doğrusu, sokullu'nun olduğu yerde veziriazam olamadığı için sokullu'ya daima gıcık gidermiş.
sırf sokullu'yu uyuz etmek için, çağırmış bir gün mimar sinan'ı. ona üsküdar'da bir cami yaptırmış. adını da şemsi paşa camii koydurmuş.
gene böyle sokullu'ya homurdandığı bir gün, dalmış saray mutfağına. kolları sıvamış. bir güzel hamur açmış. hamuru "sokullu'ya nazire olsun diye" kol saati kıvamına getirmiş. üstüne de susam serpip fırına vermiş.
(herhalde bu susamda da gizli bir mesaj var ama, orasını bilmiyoruz.)
fırından çıkan hamur, ortaya mis gibi bir koku yaymış. tadına bakmışlar, herkes çok beğenmiş. padişah? o da bayılmış. adına simit demişler ve simit saray mutfağının vazgeçilmezi olmuş.
tam 160 yıl boyunca sarayda ve beylerin köşklerinde pişirilip yenmiş. derken halk kokuyu duyumuş. peşpeşe her köşeye simit fırınları açılmaya başlamış. anadolu'nun her yerine, balkanlara, ortadoğu'ya gitmiş simit.
bir istanbul klasiği olan simit böyle doğmuş.
unutmadan: şemsi paşa safranbolulu'ymuş ve en iyi simit ustaları yüzyıllarca hep safranbolu yöresinden çıkmış.