can dündar'ın "ödünç hayatlar"(16.06.99) başlıklı yazısından alıntıdır.
yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek
dediği gibi şairin;
o telaşla bırakın paris yolunda ılık
rüzgarla taramayı saçlarınızı
sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
gözümüz saatte söyleştik hep,
koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık
hep yetişilecek bir yerler vardı...
aranacak adamlar, yapacak işler...
bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı...
başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
kör karanlıkta çalar saat sesi yerine;
kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu
veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
ha babam erteledik.
20li yaşlardayken 30lara kurduk saatin alarmını,
30larımızda 40lara, belki sonra 50lere
lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat
kuşlukta uyanma fırsatı sunduğunda size,
artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
doyasıya söyleşmek,
telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor
yanınızda...
özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
vakit gelip sandıktan çıkardığınızda,
bir de bakıyorsunuz ki,
tedavülden kalkmış...