woody allen'ın boris yellnikoff isimli, yaşlı, emekli bir fizik profesörünün hayatına sokakta ondan yardım isteyen bir genç kızın girmesi ile başına gelenleri anlattığı filmi. yarattığı boris karakteri ile yıllardır toplumun işleyişine duyduğu öfkeyi iletebilmiş. filmin başından sevdiğim bir sahnenin tercümesini buraya koyarak ilgilenenlere tavsiye ediyorum:
"neden hikayemi duymak isteyesiniz ki? birbirimizi tanıyor muyuz? birbirimizi seviyor muyuz? size bir şey söyleyeyim. ben sempatik biri değilim. alımlılık hiçbir zaman benim önceliğim olmadı.ve bilin diye söylüyorum, bu film kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak türden değil. yani eğer kendini iyi hissetmek isteyen o aptallardan biriyseniz, gidin kendinize bir ayak masajı yaptırın... zaten bütün bunların ne anlamı var ki? hiçbir şey. sıfır. hiç. hiçbir anlamı yok, yine de bu dünyada amaçsız yaşayan aptalların sayısı çok fazla. ben öyle değilim. benim bir vizyonum var. seni, arkadaşlarını, iş arkadaşlarını, gazetelerini, televizyonunu tartışıyorum. herkes bilip bilmediği her konuda konuşmaktan memnun. yanlış bilgiler dolanıyor. ahlak, bilim, din, politika, spor, aşk. cüzdanın, çocukların, sağlık, isa hakkında. eğer yaşamak için günde dokuz öğün meyve ve sebze yemem gerekiyorsa, yaşamak istemiyorum. lanet olası meyve ve sebzelerden nefret ederim. omega-3'ler, koşu bandı, kardiyogram, mamografi, leğen kemiği somografisi ve tanrım, kolonoskopi. bütün bunlarla beraber seni, senin için neyin uygun olduğunu söyleyen ve sana hayatı tanımlayan yeni nesil aptalların olduğu bir kutuya koyduklarında gün yine doğar. babam sabahları okuduğu gazete haberleri yüzünden depresyona girip intihar etti. peki onu suçlayabilir misiniz? korku, yolsuzluk, cahillik, parasızlık, soykırım, aids, küresel ısınma, terörizm, silahlı aptallar, politikacılar. kurtz, karanlığın kalbi romanında "korku" demişti. "korku." kurtz oraya bir gazete dağıtımı yapılmadığı için şanslıydı, o zaman görürdü korkuyu. ne yapabilirsin ki? darfur'daki bir katliamı veya bir okul servisinin patladığını okuduktan sonra, "tanrım, korkunç!" deyip de sonra sayfayı çevirip yumurtanı yer, çayını mı yudumlarsın? yani ne yapabilirsin? bu kahredici bir şey. intihar etmeyi denedim. açıkça görünüyor ki işe yaramadı. bunları neden duymak isteyesiniz ki? zaten kendi sorunlarınız var. eminim hepiniz hüzün dolu küçük umutlarınızla ve hayallerinizle uğraşıyorsunuz. tahmin edilebileceği gibi yetersiz aşk hayatınız. batırdığınız işler. "ah, keşke o hisseyi alsaydım!" "keşke yıllar önce o evi alsaydım!" "keşke o kadına açılabilseydim. " keşke bu, keşke şu. bir şey söyleyeyim mi? bana "yapmalıydım, yapabilirdim." demeyin. annemin dediği gibi "eğer büyükannemin tekerlekleri olsaydı, bir yük vagonu olurdu." benim annemin tekerlekleri yoktu. genişlemiş kan damarları vardı. yine de zeki bir çocuk dünyaya getirdi. fizik dalında nobel ödülüne aday gösterilmiştim. alamadım. ama bilirsiniz, bu tür şeyler politiktir. bütün diğer sahte ödüller gibi. sırası gelmişken, bu acımasızlığımın kişisel başarısızlıkla alakası olduğunu düşünmeyin. akılsız ve barbar bir medeniyetin standartlarına göre, ben yine de şanslıydım. ailesi zengin olan güzel bir kadınla evliydim..."
bunun gibi birçok vurucu sahneye de sahip, entel kurtik bir insansanız şiddetle tavsiye ederim, aksi takdirde woody allen'ın ağzından iletecek olursam:
"bu film kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak türden değil. yani eğer kendini iyi hissetmek isteyen o aptallardan biriyseniz, gidin kendinize bir ayak masajı yaptırın...