Yaklaşık üç hafta sonra Berlin duvarının yıkılışının (9 Kasım 1989) 20. yılı idrak edilecek. Bu vesileyle kim bilir neler söylenecek, günün mana ve ehemmiyetine ilişkin ne gibi vecizeler yumurtlanacak. Dünyada açlık ve yoksullukla boğuşan insan sayısının arttığı bugün IMF toplantılarında bile kabullenildiğine göre, telafi için bu yıldönümü iyiden iyiye allanıp pullanırsa hiç şaşmamak gerekir.
Buna ihtiyaçları var.
''Açlık'' mı dedik? Duvarlar yıkılmadan önce Demokratik Alman Cumhuriyeti yurttaşları hiç aç kalmamıştı. Açlığı geçip, isterseniz tam da duvarların yıkıldığı yıl olan 1989'a ait şu verilere bir göz atalım:
Seçilmiş Ülkelerde Kişi Başına
Kırmızı Et Tüketimi, 1989
Ülke Kırmızı et (kilogram)
Doğu Almanya 96
ABD 76
Arjantin 73
Fransa 66
SSCB 57
Japonya 27
Brezilya 22
Çin 21
Mısır 12
Hindistan 1
(Kaynak: Lester R. Brown, Dünyanın Durumu, Worldwatch Enstitüsü Raporu 1991 (Türkçe basım), s. 188. Not: ülkenin adı orijinal metinde ''Doğu Almanya'' olarak verilmiştir.)
Yukarıdaki verilerden hareketle Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin ve Sovyetler Birliği'nin, yurttaşlarını tehdit eden kolesterol riskini pek dikkate almamış olduğu sonucuna varılabilir; ''reel sosyalizm'' bir de bu açıdan eleştirilebilir. Ama herhalde kimse kalkıp da ''açlık'' ve ''yoksulluktan'' söz etmeyecektir.
Gene de, bir başka sonuç daha var: Yeterince, hatta yeterinden fazla beslenme, reel sosyalizmin insanlarını batının tüketim kalıplarına yönelik özlemlerden kurtaramamıştır. Çünkü kişi başına kırmızı et tüketiminde dünya birincisi olan ülkenin yurttaşları, duvarlar yıkıldıktan sonra McDonald's hamburger yiyebilmek için öbür tarafa üşüşmüştür.
Bu yıl, ''duvarların yıkılışının'' dışında, bir başka olayın daha 20. yıldönümüdür.
Bundan 20 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ''Çocuk Haklarına dair Sözleşme''yi kabul etmişti. UNICEF her yıl yayınladığı ''Dünya Çocuklarının Durumu'' raporunun içinde bulunduğumuz yıla ait olanını Sözleşme'nin 20. yıldönümüne ayırmıştır. Bu yılın raporunda, çocuklarla ilgili çalışmalar yapan kuruluşların temsilcilerinden makale şeklinde katkılar alınmıştır.
Katkıda bulunanlardan biri de 1967 Polonya doğumlu olup Rusya Federasyonu Sinematografi Enstitüsü'nü bitiren belgesel film yapımcısı ve yönetmeni Hanna Polak'tır. Polak çektiği belgesellerle pek çok ödül almış, bu arada Oscar'a da aday gösterilmiştir. The Children of Leningradsky adlı belgeseliyle büyük ün yapmıştır. Film, Rusya'da evsiz, terk edilmiş, sokaklarda yaşayan binlerce çocukla ilgilidir.
Polak, yalnızca Moskova kentinde sokaklarda ve metro istasyonlarında yatıp kalkan 30 bin çocuktan söz etmektedir. Kuşkusuz, bir çocuk hakları savunucusu olarak bu duruma üzülmektedir ve bu üzüntüsüne söylenebilecek bir şey yoktur. Ancak, Polak bir başka şeye daha hayıflanmaktadır: Geçmişte (Sovyetler Birliği zamanında) ülkedeki toplumsal sorunların çözümünün hep Devletten beklenmesi, bu nedenle ''hükümet dışı kuruluşların'' henüz yeterince gelişememiş olması ve sonuçta bugün sokak çocuklarına yardımcı olacak ''sivil toplum'' girişimlerinin yetersiz kalması...
''Ne mantık ama'', demeyin.
Burada sorun salt mantık fukaralığıyla ilgili olmayıp ideolojiktir. ideolojik koşullanmışlık, apaçık ortada duran en basit soruların bile sorulmamasıyla kendini gösterir. Burada Polak'ın hiç sormadığı basit soru şudur: Bu ülkede daha önce, yani ''reel sosyalizm'' döneminde, evsiz barksız, sokaklarda yatıp kalkan kaç çocuk vardı?
Bu işler böyledir.
Demokratik Alman Cumhuriyeti yurttaşları kendi kırmızı et tüketimi düzeylerine boş verip nasıl hamburger yemeye koşuşturmuşsa, Polak da ''sahi bu ülkede daha önce sokak çocukları sorunu bu boyutlarda mıydı?'' sorusunu hiç gündeme getirmeden kafasını ''sivil toplum kuruluşlarının gelişmemişliğine'' takmaktadır.
.....
Reel sosyalizmi ille de eleştirmek gerekiyorsa, hem gerçekten meşru hem de döne döne üzerinde durulacak bir soru elbette vardır:
Bilmem kaç yıllık sosyalizm deneyimi, geriye bıraka bıraka böylelerini mi bıraktı?''
metin çulhaoğlu'nun 17.10.2009 tarihli Reel Sosyalizm, Hamburger ve Sokak Çocukları isimli yazısından alıntıdır.