bazen yazmanın çok büyük bir rahatlatma aracı olduğunu görüyorum. sözlükte bir şekilde kişisel bir blog hatta kişisel timeline gibi benim için. sonra baktıkça hatırlıyorum yaşadıklarımı. son üç gündür en yakın arkadaşım yalnızlık, ama çokta iyi bir arkadaş olduğunu söyleyemem, sürekli yanımda hep kafasını karıştırıyor insanın. sözleri bazen acıtıyor, insanı çok sıkıyor ama tuhaf bir şekilde hep benimle. arkadaşıma alışmaya çalışıyorum kısacası. ulan sanki beni bekliyordu karanlıkta bir yerde; onunla arkadaş olabilmek için bir kural varmış meğerse, gerçekten seversen tanırmışsın onu. yaşanılanların bitmesi için pusuda beklermiş, evet gün bugündür. ölüm değil allahtan, ama yaşattığı ölüm gibi geliyor.
işin ilginç yanı yalnızlık hep sevgiden sonra insana yapışıyor, sevmişim evet! hem de en beklemediğin anda en beklemediğim yoğunlukta. gerçekten yalan olduğuna inanmıştım oysa inanma oğlum böyle şeylere yalan hepsi; derdim kendi kendime. içini boşaltmıştım aşk ve sevgi kavramlarının. deli saçmasıydı hepsi.
o çıkana kadar tabi, bunların varlığına inandırdı, gerçek olduklarını gösterdi birer birer. matrixte mavi hapı almaya zorlanmış neo gibiydim. hissetmeye ve anlamaya başladım aşk için yapılan onlarca şiiri, romanı ve filmi. oysa ne salak gelirlerdi bana eskiden.
bunların sorumlusu insana gelince. çiçek pasajının karşısındaki handan çıkıp gelen ışık hüzmesi gibi bişeydi başta. düş olduğunu düşünürsünüz ya her şeyin, zamanın yavaşlaması filan. bunların yapılabildiğini gösterdi bana. içimde patlayan bir volkan olduğunu gösterdi, aşağı baktım ve gerçekten kalbimin ısındığını hissettim. kim bilebilirdi bu volkanın gözyaşı yağmuru ile söneceğini.
gün gelip de bittiğinde sadece aşık olduğum kadın değilmiş aslında kaybettiğim. birlikte, gece 6 ya kadar dışarıda takılıp 7 de işe gittiğim, istanbul dışında saçma sapan yerlerde cağ kebabı aradığım, bebekte deli gibi yağmurun altında sırılsıklam olduğum, film izlediğim, yemeklerini yediğim, beraber yarışmalara katıldığım, saatlerce telefonda konuştuğum, kayak yaparken düşmesini gülerek izlediğim, başka şehirlerde dolaştığım, dertlerimi anlattığım, hayallerini dinlediğim, öpüştüğüm, seviştiğim kısacası her şeyimmiş be. en yakın arkadaşımmış, eşim dostum bir tanem. bütün bu gidenler için kendisini nasıl avutur insan bilmiyorum.
peki ne oldu onca paylaşılan şey? nereye gitti onca ortak tatlı-acı an ve anı fotoğrafı? nereye uçtu onca gözyaşı ve kahkaha? nereye gitti onca paylaşılmışlık? peki ya hayaller? dünyayı dolaşma isteği;biten sevgiler? neden sevgili diye sormak istiyor insan. bağırmak istiyor bazen, ama yinede ona kızamıyor.
geriye kalan 683 tane fotoğraf, 9 tane video, üç fotograflık içi halen boş çerçeve ;tembellikten içi hala boş;, gri renkli kravat, bana aldığın ayakkabılar, 2 tane kupa, 2 küçük kol düğmesi;
bide peşimi bırakmayan bazı sesler geliyor kulağıma.. acaba diyen hep. ama senin son sözlerin daha net...
hoşçakal diyorsun.. hala....