ali cengizkan

entry25 galeri
    ?.
  1. ali cengizkan şiiridir.

    sunu

    Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından
    değil: insan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili
    bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz
    olmalı, ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da: Çünkü
    ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşünüz yoksa. Çünkü dereler sığdır
    ve 'denetim altındadır', göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak
    oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht
    kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik ama sırasında kendini de kesen
    bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, 'memurin' ve hesaplıdır,
    yaptığınız herşeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler
    yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir
    toprak olduğu bir yana bırakılırsa.

    işte bu şiir bu düşleri anlatır. Ve aşk delileri, mal delileri, göz delileri,yorgan
    yüzlüler, melekler, körler, sağırlar, dilsizler, sıkmabaşlar, açık bacaklar,
    şaşılar, uygunadımlar, beyinseverler, topatanlar, ayran kanlılar, koltukçular,
    yarım pabuçlar, zenneler,kırık boyunlular, boksör köpekleri, telli bardaklar,
    yaylı sazlar, dost ölüleri ve diğerleri adına ve onlar için yazılmıştır.

    II. KARANFiLLER VE iNSANIN HUYU

    Bakanlıklardayım. Elimde bir kırmızı karanfil.
    Hiç aklımda yoktu, hatta romantik bulurdum
    ama önünden geçerken çiçekçinin, beni al dedi
    aldım ve yapraklarında kayboldum, küçülerek
    küçülerek, çünkü karşımda duvarlarında hâlâ
    o kurşun delikleri olan
    (delikler 22 Şubat, 21 ve 27 Mayıs'ta açılmıştır)
    1933 Alman mimarisini anımsatan
    uzun kolonlu,yayvan, suskun ve kendini ağırdan satan
    bir bina var. Yıl 1983. Ve ben dört yıl öncesini anlatıyorum.

    Dört yıl öncesini anlatıyorum.
    O zaman henüz kurşun delikleri beşinci kez sıvanmamış
    köşedeki parka bir ağlayan kadın heykeli konmamış
    ve yerler parke taşla kaplanmamıştı.
    Öğle vakti ben
    kendimi çiçeklerle avutuyorum:
    Yeşil kurtarıyor bazen.
    Üç dakika sonra o geliyor
    topraktan bir gelincik fışkırıyor
    siyahı kaşlarına, ah, kırmızısı esmer tenine benzeyen
    ve ben o gelinciğin ellerini tutuyorum
    yeni yıkanmış, ıslak, pembe
    gözlerinden bacakarasına doğru inen su burda işte.

    Kırmızıdır su senin bakışından
    yeşil bir serinliktir Ankara'da
    o çeşmedir Kale'de birdenbire karşınıza çıkan
    çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.

    Kim derdi ki dört yıl sonra bu şiiri yazarken
    Nâzım'dan elalıp bu şiiri yazarken
    bütün akarsular kurumuş olacak
    (zaten Bentderesi'nin üstü çoktan kapanmıştır)
    Abdi ipekçi öldürülecek, ismi bir parka verilecek
    (Sıhhiye'dedir park, büyük bir gölü vardır)
    yani akarsu yerine durgun ve yeşil su yeğlenerek
    (zaten Cumhuriyet'te hep böyle yapılmıştır)
    dahası
    kim derdi ki yanımda sen olmayacaksın diye.

    Hepsi bitti. Karşıda Millet Meclisi
    hâlâ eldeğmemiş bahçesiyle duruyor.
    Bâkir ve temiz. Yaşanmamışlığın temizliği.
    Biraz da sevinçli Halkevleri binasını yıktırdığı
    ve bahçesini dörtyüz metrekare daha genişlettiği
    halkı içinden temelli attığı
    ve kendisini millete verdiği için.

    Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde
    (Ankara'da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin
    belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)
    işte ben bir kumru gördüğümde
    haberini alıyorum bahçesindeki heykelin.
    Biraz büyükmüş.
    Biraz mağrur
    biraz sade
    biraz ezik
    dururmuş öyle.

    Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.
    Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı.
    0 ...