istanbul'nun orta yerine saplanmış bir bıçak gibi tarlabaşı. hakkında buyurulan bütün tanımlamaları çoktan aşmış. sosyolojik bütün tespitlerin ötesine geçmiş. artık, ete kemiğe bürünmüş safi öfke ve nefretten ibaret anlayana, anlamayana...
bir caddeyle hayattan soyutlanmış. sanki dünyanın sonunda. sanki hiç varolmamış, yaşamamış. sanki kimse inanmamış orada o rüya sokaklar ve masal evleri varken tablonun cehennem tasviri olabileceğine ve o cehennemin tam kalbinde o kadar çok çocuk olabileceğine. kimse inanmamış, onlar kimseye inanmamış. gayrıresmi kalmış bu yüzden belki; gayrıresmi ve illegal.
bir pazar günü, elinde bir fotoğraf makinesiyle ürkek dolaşırken sokaklarında bu satırların sahibi anlamış: hayat çok acımasızmış, insanlar filan. bu ne verdin de ne istiyorsun manzaraları çok manidarmış ve yazılanların, söylenenlerin hepsi yalan. utanacakmış kendinden bile; yanıbaşında bu istiklal caddesi, bu karnaval...*