hiç bu hallere düşmem gibi geliyordu, deliliğin düşüncesi bile deliceydi. kendimce gayet sıradandım, normaldim. normal olmak ne demekse artık, ben tam karşılığıydım.
her şey 3 gün içinde oldu. sırasıyla babamla çok büyük bir kavga ettik, nişanlım yüzüğü attı, iş ortağım kefili olduğum yüklü miktarda krediyi çekip kayıplara karıştı. sıralamanın bu şekilde olup olmadığını tam olarak hatırlamıyorum. ancak asıl film annemin elinden telefonu kapıp sözde nişanlımın halasına "bana bak kadın şimdi seni yaşına başına bakmadan bir güzel düzerdim ama karşıdayım biliyorsun, yol uzun ve üşeniyorum!" dedikten sonra koptu. valide hanım fenalıklar geçirdi. sen böyle biri değildin, olaylar üst üste gelice delirdin herhalde dedi.
henüz delirmedim ama delirmem an meselesi dedim. daha sonra dayımın emrivakisi ile ördek gözlü bir psikolog bozuntusuna 6-7 kez gittim. kadın salak salak sorular soruyordu, ben ise aptal aptal cevaplar veriyordum. ancak beni dinlemiyordu, ne anlatırsam anlatayım başını ufak bir reveransla yukarı, aşağı sallıyor hı hı diyordu. arada bir duvar da asılı olan tabloya bakıp iç geçiriyordu. tablo, resim sevinci programında ki kabarık saçlı adamın 20 dakika da boyadığı sıradan göl resimleri gibiydi, kıymetsizdi. ben konuşurken sürekli elini koltukaltına sokup, kokluyordu. bir değil, iki değil dayanamadım. ayağa kalktım, ben de koklayabilir miyim diye sordum. beni kovdu. iyi de oldu.
internete dadanmıştım, psikoloji sayfalarını geziyordum. internet bana psikolog kadından daha iyi geliyordu. amerikalılar' ın self-make in bokunu çıkardıklarını gördüm. kendin yap, kendini tanı, kendini tedavi et, kendini geliştir, daha birsürü kendi kendini becermeye varacak onlarca saçmalık okudum. bence uğraşmamalıydı insan kendiyle bu kadar. rahat bırakmalıydı, deliliğini kabul etmek bir bakıma onunla yüzleşip devre dışı bırakmak demek oluyordu. yüzleşemedim...