tarihi bir yanlış anlamanın mahsulü olan ünlü masal. la fontaine isimli fitne fücur ehli sinsi kişiliğin 1876 baharında oslo kentinin neurenville isimli küçük kasabasının nargile bahçesinde otururken kaleme aldığı bir dostluk üzerine kurulu masalın aslı şöyledir efenim;
ağustos böceği ve karınca gayet samimi, uyumlu, hoş geçimli kan kardeşler olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. kasabanın papazı ve gönül adamı freud'un 'iç bade güzel sev var ise aklın şuurun' şiarıyla yaşayan kafadarlar şişelerin dibini deşmekte, her bir günün gecesinde yepyeni alemlere dalmakta, her gecenin gündüzünde fınnndıkk gibi, yüzüne bakmaya doyamıycan, cillop gibi manitaların koynunda uyanmaktadırlar. son derece nazik, zarif, yakışıklı ve çekici bir kişiliğe sahip olan ağustos böceği aynı zamanda dinleyenlerin yüreğine ateşten parelerle aşkın cennetini işleyen nağmeleri bir bir dizen musikişinas bir beyefendidir. öteyandan tüm gününü yer altında, kah kömür ocağı, kah taş ocağı, kah demir ocağı diye çalışarak geçiren ve fırtınalı hayatın dalgalı denizinde o filikadan bu filikaya 'nanik' yaparcasına yaşayan karınca paraya zerrece değer vermeyen, elinin emeğiyle kazandığından başka kuruşa tenezzül etmeyen kara yağız bir bahadırdır ki hayattaki tek dostu ağustos böceğinden başkasına eyvallahı yoktur. tavernalara, turnelere, ekstralara sık sık çağırılan ağustos böceğinin geliri bu iki kafadarı ziyadesiyle ihya edip gönüllerince yaşam sürmelerine yettiğinden kaygısızca yaşayan bu bitirim ikili tüm yaz o bar senin bu pavyon benim diyerekten hem cıvır cıvır manitaları götürür, hem alkolün ibresini ağlatır hemi de paraya para demezken kış gelip çattığında mağrur delikanlı karıncanın grizu heyulaları arasında, karda kışta diz boyu kar altında çalışmasına gönlü el vermeyen ağustos böceği dostunun iaşesini ayrıca temin eder ve böylece yaşayıp giderler.
işte la fontaine denen lavuğun dübürünü tırmalayan pıtırak dikenleri arasında çatlak dudaklarından süzülen salyaları ağustos güneşinde kahpe bir ustura gibi parıldar iken tavşan kanı ayarında mis gibi halis mulis demli rize çayından bir yudum alarak gırtlağını ıslattıktan sonra büyük bir haset ve çekemezlik içinde kaleme sarılıp kağıda işlediği o masalın aslını dinlediniz.
bu vakitten sonra her kim ki canpare samimiyetiyle sosyetenin ve dahi afili azınlığın gıpta ile baktığı bu iki sıkı dost hakkında uydurulan bu fitne ürünü, la fontaine masalını anlatmaya kalkışır, orada müdahale edip bu civan yiğitlerin uğradığı kuru iftiraya iki çizik atmak borcunuz olsun ey sözlük avanesi.