Kapitalist sistem yalnız verimsiz, müsrif, akıldışı ve adaletsiz değil, aynı zamanda çöküntü halindedir.
Bunalım döneminde sistem öylesine çöker ki, toplum, kendi içindeki işçiler tarafından duyurulacağına, giyinip kuşanacağına ve barınacağına, sadakalarla, yardımlarla uydurma işlerle ve buna benzer yollarla, işsizleri doyurma, giydirme, barındırma yükünü yüklenir.
Sistemin üretimi tıkanıklığa uğratması, yalnız bunalım dönemlerinde olsaydı, kapitalizmin, üretici güçlerin gelişmesini sürekli değil, sadece geçici bir süre engellediği öne sürülebilirdi. Ama durum bu değildir. Harvard işletmecilik Yüksek Okulu Profesörü Schlicter diyor ki: "Sanayiin tam kapasite ile üretim yapamaması yalnız depresyon zamanlar
ına özgü değildir. Bugünkü ekonomik düzenlemeler altında, teşebbüslerin çoğu, ödeme yapabilme durumlarını korumak için normal olarak üretimi sınırlamak zorundadıriar."
Savaşın çok büyük sayıda insan kaybına ve muazzam ekonomik zararlara yolaçmasına karşın, kapitalist ülkeler,
gene de savaşa giden yol üzerinde yürümeye devam ediyorlar. Böyle olunca da sistemin sürekliliğinin tehlikeye girmesine, insan soyunun yokolması olasılığının bir gerçek olarak belirmesine karşın, kapitalizm, bir savaş biter bitmez bir başkasının hazırlığına başlıyor.
Başka seçeneği yoktur. içinde yuvarlandığı çelişkiler, onu barış zamanında üretim kapasitesini ya yanlış kullanmaya, ya da eksik kullanmaya sürüklüyor. Sadece savaş sırasında ya da savaşa hazırlık sırasında, bolluk üretebiliyor. Kendi ölümüne yolaçacak silahlan hazırlamadan kapitalizm yaşayamaz.
Kapitalizm, değişmek için olgun hale gelmiştir.
Yeni sistem, "sipariş" edilemez. O da tıpkı kapitalizmin feodalizmden doğup gelişmesi gibi, eski sistemden doğmak zorundadır. Yeni toplumsal sistemin tohumlarını, kapitalist toplumun kendisinin gelişmesi içinde aramamız gerekir.
Çok ötelere bakmamıza gerek yok. Kapitalizm, üretimi,
bireysel bir süreç olmaktan çıkartıp, kolektif bir sürece dönüştürdü. Eskiden malları, kendi dükkânlarında kendi araçları ile çalışan tek tek zanaatçılar yapardı. Bugün ise üretilen nesneler, dev fabrikalarda, karmaşık makinelerde, birarada çalışan binlerce isçi tarafından yapılmaktadır.
Gittikçe büyüyen fabrikalarda, her an artan insanların biraraya gelmesiyle üretim süreci durmadan toplumsallaşıyor.
Kapitalist toplumda, şeyler elbirliğiyle isletilir ve elbirliğiyle yapılır, ama bunlar, yapanların ortaklasa malı (mülkü) değildir. Makineyi kullananlar, onun sahibi olmadığı gibi, sahipleri de makineleri kullanmazlar.
Kapitalist toplumun temel çelişkisi de burada yatar: üretim, toplumsal olduğu, kolektif çaba ve emeğin bir sonucu olduğu halde; ürünün mülkiyeti, özel, bireyseldir. Toplumsal olarak üretilen ürünler, üretenlere ait olmayıp, üretim araçlarının sahiplerinin, kapitalistlerin malıdır.
Bunun çaresi ortadadır: üretimin toplumsallaştırılmasım, üretim araçları mülkiyetinin toplumsallaşması ile birleştirmek. Toplumsal üretim ile özel mülk edinme arasındaki çelişkiyi çözümlemenin yolu, kapitalist toplumsal üretim sürecinin gelişmesini mantıkî sonucuna götürmek, yani toplumsal
mülkiyete ulaşmaktır.
Bugün Birleşik Devletler’deki işyerlerinin çoğu, şirketler tarafından yürütülür ve bu şirketlerin sahiplerinin ortak olmalarına ve kârları kendilerinin almalarına karsın isletmeyi yönetme işi ücretli yöneticiler tarafından yerine getirilir. Bu şirketlerin sahiplerinin yönetim ve isletmeyle ilişkisi ya pek azdır ya da hiç yoktur. Mülkiyetin bir zamanlar bir işlevi vardı, şimdi asalaklık ediyor. Kapitalistlere bir sınıf olarak artık hiç gerek kalmadı. Bunlar toptan aya taşınsa, üretim bir dakika bile durmaz.
Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve kâr dürtüsünün sonu geldi. Kapitalizm, yararlılığını tüketti.
Onun yerine yeni bir toplumsal düzen doğuyor: Sosyalizm.