HIV kelimesi ingilizce "Human Immunodeficiency Virus" kısaltmasıdır. Türkçesi "insan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü" olarak tercüme edilir. Bu canlı, AIDS'e yol açan virüstür; bağışıklık sistemine zarar vererek hastalığa neden olur.
HIV virüsü canlı olarak insandan insana geçmesi için, dış ortam koşullarında bozulmayacağı kadar kısa bir süre içinde nakil gerekir. Bu da virüsün ancak vücut sıvıları içinde geçişlerde mümkün olmaktadır. Vücut sıvıları dışında kalan virüs kısa sürede ölür. HIV virüsünün üç glikoproteini vardır. Bunlar gp41(HIV'in yaşamasını sağlar, gp120 (insan T hücrelerindeki DNA'ya nüfuzu sağlar), gp160 (Proteaz sayesinde HIV'i gp120 ve gp41'e böler) .
HIV vücuda girdikten sonra, savaşmak için bazı antikorlar üretilir. Kandaki bu antikorların ELISA testi (Dolaylı Tanı) ile tespiti mümkündür. Ancak bünyemizde üretilen bu antikorlar sadece HIV karşısında etkili değildir. Bazı diğer virüslerde de bu antikorların üretimi söz konusudur. Bu nedenle ELISA testi pozitif çıkan kişi HIV kapmış anlamına gelmez. Hapatit (hastalık veya bazen aşısı da yanlış alarm verebilir), deli dana (BSA, kenelerden bulaşan lyme hastalığı da ELIZA testinde pozitif sonuç verebilir.
ELiZA testi pozitif çıkarsa uygulanması mümkün aşamalar şöyle sıralanabilir. ELIZA testi tekrarlanır, farklı bir ticari marka tercih edilebilir. ikinci pozitif sonucunda bir sonraki aşamaya geçilir ve yeni bir tahlil yöntemi uygulanır, "western blot" tekniği sıkça kullanılır. Bu teknikte kan örneklerinden alınan proteinler, jel elektroforez altında yerleşik ve denature olarak ayrılır. Proteinler daha sonra bir membrana aktarılır. Burada spesifik antijenler (primer ve sekonder)uygulanarak, ortaya çıkan enzimlerin analizinden tespit yapılır. Analiz ve tespit yöntemleri renk değişimi, kimyasal tepkime ile aydınlatma, radyoaktif ışıma veya özel bir renk tayfına sahip florasan lamba aracılığı ile olur. Pahalı bir testtir.
Bazı test kitleri evde kullanıma uygun olarak ve neredeyse 1 saat içerisinde sonuç verecek kadar hızlıdır. Ancak bu testlerin hata payları, labratuar testlerinden daha yüksektir. Ayrıca yeryüzünde bulunan tüm varyantları tespit etmezler; gene de yaşadığımız coğrafyada rastlanmış türevlerin %99una karşı tepki verirler.
HIV pozitif anlaşıldıktan sonraki aşama hangi tip HIV olduğunun tespit edilmesidir. Bunun için doğrudan virüs DNA'sının bulunması gerekir. Bu tespit için Polimeraz Zincirleme Reaksiyon (PCR) testi uygulanır. Bu doğrudan tanı yöntemidir, yani virüs karşısında üretilen antijenler üzerinden değil, doğrudfan virüsün kendi materyalinin tespiti yapılmaktadır. Burada selektif DNA incelenerek, yapısı ortaya konur. Yani virüsün parmak izi değil, bir fiil özbe öz DNA'sı ortaya çıkartılır.
Dünyada iki tip HIV vardır. Bunlara HIV-1 ve HIV-2 adı verilmiştir. Aynı virüs olmalarına rağmen, tip-2 virüsün göreceli olarak daha kolay bulaştığı ancak, HIV kapıldıktan sonra AIDS'in ortaya çıkmasına kadar geçen sürenin, HIV-1'den daha uzun sürdüğü anlaşılmıştır. HIV-2, antiretroviral ilaçlara daha dirençlidir, bu sebeple NNRTI antiretroviral ilaçların kullanımı fayda sağlamaz. Dünyada en yaygın olan tip HIV-1'dir. Tip 2 (HIV-2) ise şu ana kadar Batı Afrika'da yaygın tespit edilmiş olup, diğer bölgelerdeki görülme sıklığı çok nadir ve oldukça marjinal boyutlarda kalmıştır.
HIV-1 kendi arasında dört türe sahiptir. Bunlar tip M, tip N, tip O ve tip P'dir. En yaygın ve Dünya'da en sık tespit edilen varyant, tip M'dir. Dünyadaki AIDS hastalarının %90ı HIV-1 tip M'dir. HIV-1 tip O, orta ve batı Afrika'da rastlanmaktadır. 1998'de keşfedilen tip N'ye sadece Kamerun'da tespit edilmiş olup, bu ülkede bile çok ender rastlanmaktadır. Tip P şimdiye kadar sadece bir insanda, Kamerunlu bir kadında (2009 yılı) tespit edilmiştir.
HIV-1 tip M de kendi içinde 9+1 farklı alt gruba ayrılmaktadır. Bunlar a, b, c, d, f, g, h, j, k ve cfr olarak sınırlandırılır. Cfr, alt grup virüs tiplerinin karışımlarına verilen ad iken, a1, a2, a3, f1, ve f2 gibi daha farklı ve yeni alt gruplar da tespit edilmektedir. Bu da HIV'in nasıl hızla evrimleştiğini gösteren bir durumdur.
HIV-1 tip M, alt grup a ve a/g cfr'si yaygın olarak Orta ve Batı Afrika'da görülmektedir. Alt grup a, Rusya'da en yaygın varyanttır.
Kuzey ve Güney Amerika, Japonya, Avrupa ve Avustralya'da en yaygın (%75) rastlanan varyant ise HIV-1 tip M alt grup b ya da b ile karışan tipteki cfr'lerdir. Ancak bu bölgelerde diğer alt grupların oranının artmakta olduğu bildirilmektedir.
HIV-1, tip M, alt grup c, ağırlıklı olarak Güney ve Doğu Afrika ile Hindistan ve Nepal'de tespit edilmektedir.
HIV-1, tip M, alt grup D, sadece doğu ve orta afrika'da tespit edilmiştir.
HIV-1, tip M, alt grup cfr a/e Güneydoğu Asya'da yaygındır.
HIV-1, tip M, alt grup F, orta Afrika, doğu Avrupa ve Güney Amerika'da tespit edilmiştir.
HIV-1, tip M, alt grup G ile cfr a/g, orta Avrupa ile batı ve doğu Afrika'da tespit edilmiştir.
Alt gruplardan "h" sadece orta Afrika, "j" orta Amerika'da ve "K" ise sadece Kongo ve Kamerun'da tespit edilmiştir.
Alt grup B';nin eşcinsel ilişki kuranlar ve damardan uyuşturucu alanlar arasında daha sıklıkla yaygınlaştığı (bu gruptaki en yaygın tip), alt grup c ve cfr a/e'nin ise genellikle heteroseksüel cinsel ilişki ile en fazla bulaşan tip olduğu anlaşılmıştır. Anneden çocuğa bulaşmalarda ise en sık olarak alt grup d'de görüldüğü belirtilmektedir. Başka bir çalışma da, alt grup c'nin; a ve d alt gruplarından daha kolay bulaşıcılığa sahip olduğunu ileri sürmektedir.
HIV'in morfolojik kökeni artık kesin olarak bilinmektedir. insanlara ilk olarak, Afrika ülkelerinden Kamerun'un ormanlık bölgelerinde yaşayan şempanzelerden geçtiği
kesinleştirildi. Kuyruksuz maymunların dışkılarından alınan örnekler sayesinde virüsün genetik değişimlerinin izi sürüldü. Maymunlarda AIDS'e yol açan ve SIV olarak adlandırılan virüsün varlığını bir süredir bilinmekteydi. Bu virüse yalnızca, vahşi ortamda yaşamayan, insanlar tarafından bakılan maymunlarda rastlanmıştır. Kamerun'un güneyinde, birbirinden çok uzak bölgelerde ayrı topluluklar halinde yaşayan şempanzeler üzerinde yaptığı araştırmalarda, bazı şempanze topluluklarının, %35e varan oranlarda AIDS'e yakalanmış olduğunu, bazı topluluklarda ise hastalığın hiç görülmediğini belirlenmiştir. Kamerun'da, Sanaga nehri kıyılarında yaşayan bazı şempanze topluluklarında, insandaki AIDS'e yol açan ve üç tipi bulunan HIV-1 virüsüne genetik olarak çok yakın bir virüsün varlığı tespit edilmiştir. insan ve şempanzedeki virüslerin bu genetik yakınlığının belirgindir.
HIV taşıyan bir insanın ilk kez tespit edildiği yer de bu bölgenin çok yakınında bulunmaktadır. Bu kişi, 1959 yılında Kongo'da belirlenmişti. O zamanlar ne olduğu bilinmeyen bu hastalığa yakalanmış olan kişinin kan örnekleri alınarak saklanmıştı. Bu hastalığın şempanzeden insana geçişinin muhtemelen, insanın ısırılması veya insanın maymun eti yemesi sonucu olduğu tahmin edilmektedir. Bazı arkadaşlar, insanların maymunlarla cinsel ilişkiye girmesinden bahsetmiş; bu da bence çok ciddi bir olasılıktır. Eşeklere, köpeklere tecavüz edebilen insanoğlu, neden bir maymuna tecavüz etmesin?
Konumuza dönersek, insandakine çok yakın genetik özelliklere sahip virüsü taşıyan şempanzelerin yaşadığı bu bölgedeki Sanaga nehri, ticari amaçlarla kullanılmakta ve buradan kaynaklanan hastalığın, kalabalık bir yerleşimin bulunduğu, yakındaki Kinsaşa'ya ulaştığı düşünülmektedir. Virüsü şempanzelerden ilk alan kişiyle, virüsün Kinsaşa'ya ulaşması aşamasına değin, arada kaç kişiye bulaşmış olabileceğinin ne yazık ki öngörülemiyor.
HIV illustrasyon ve fotoğrafları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz: