anksiyete bozukluğu

entry529 galeri
    33.
  1. ilk olarak ciddi anlamda üniversite 3 te yaşamıştım sanırım. bir anda ne olduğunu anlayamadan üstümden ter boşandı, midem bulandı. psikolojik olduğunu anlamıştım ama arada her insana olan cinsten olduğunu düşünmüştüm. maalesef değilmiş...

    hani bazı hastalıklar vardır insan bakıp da kendi halinin durumuna sevinir. "neler var dünyada kendi haline bak da sitem etme" der. aslında bu hastalıklardan bir farkı yoktur anksiyetenin. her atakta düzeleceğinize olan ümidinizden biraz daha gider. özgüveniniz biraz daha kaybolur. biraz daha kendinizi yalnızlığa terkedersiniz. ortada bir şey yokken midenize giren o bulantı bir anda hayatınızı alt üst eder. güzel giden şeyleri bir anda yok eder. yaşama sevincinizi alır götürür...

    sürekli olarak kendinizle çatışırsınız bu hastalığa sahipseniz. düşünmeden duramazsınız. o kadar saçma şeyler düşünürsünüz ki "neden böyle saçma şeyler düşünüyorum" şeklinde bile düşünmeye başlarsınız. içinden çıkılmaz bir döngü vardır. düşünmekten başınız döner. kaybettirdiği özgüven size bir şeylere başlamadan önce pahalıya mal olur. bir olaya, bir teklife binbir ayrıntısını düşünmeden giremezsiniz. zaten genellikle bir kulp bulur ve o yüzden yeni bir şeylere girmeye çekinirsiniz. çekindikçe takıntınız artar. sürekli benzer şeyler yapıp bunları "mantık" çerçevesinde yorumlayıp kendinizi kandırırsınız. herkes bir şeyler yapıp ileriye doğru adımlar atarken siz en iyi ihtimalle yerinizde sayar, hayatına devam eden insanları seyrederek moralinizi bozar ve neden yapamadığınıza dair bir açıkama getirmek için kendinizi sorgular durursunuz. bakın özgüveniniz biraz daha azaldı bile...

    gittikçe asosyal bir hayata sahip olmaya başlarsınız. belli duvarlar oluşmuştur hayatınızda ve bunların dışına bir türlü çıkamazsınız. gidilen psikiyatrlar, kullanılan ilaçlar bir nebze faydalı olsa da bi süre sonra hastalık tekrar hortladığında sizde daha büyük bir yıkım yaratır. bunu atlatamayacağınıza dair olan endişeniz büyüdükçe büyür. acaba öyle mi? nasıl yapsak? böyle olsa daha mı iyi olur? acaba ne düşünür? yanlış anlamış mıdır? vs vs gibi sorular aklınızda dönüp durur. kendi istekleriniz git gide arka planda kalırken hayatınızı başkalarının ne düşüneceğini düşünerek yaşarsınız. ona göre yaşar bir nevi paranoyak olursunuz. en ufak insani olayları bile normal değilmiş gibi karşılamaya başlar, mükemmel olmak gibi absürd bir kavramın peşinden koşturursunuz tabii mükemmeliğin nasıl bir kıstası olduğunu hatta öyle bir şeyimn olup olmadığını bilmeden. kompleksleriniz artar. kişisel takıntılarınız büyüdükçe büyür. bir olay istediğiniz şekilde gelişmzse çıldırırsınız. sizi çıldırtan olayların insanlar için hiç böyle sonuçlar doğurmamasını görüp biraz da bunun için çıldırırsınız. sürekli stresli yaşarsınız. sıradan şeyleri yapamaz hale gelir ve bu kadar basit şeyleri bile yapamadığınız için kendinizden nefret etmeye başlarsınız. sürekli keşke der, geçmişe dönük normal olaylardan bile pişmanlık duymaya başlar, sürekli olarak başkalarının ne dediğiyle ilgilenmeye başlarsınız. pişmanlık hayatınızda kalıcı bi yer edinir. bağırsaklarınız sürekli hareket eder. gazdan gebertir. o heyecan duygusunu yenemezsiniz. nefes almanıza mani olacak, yaşadğınıza bin pişman edecek kuvvette bir mide bulantısı yaşarsınız. renginiz solar. soğuk terler dökersiniz. kafanızın içinde adete iki tane siz vardır. birisi yapmak isteyen, yapmaya çalışan, öbürü buna hayır diyen. ve bu mücadeleden galip çıkan hep hayır diyen olur...

    kendinize sürekli saçma, gerçek olmayan kılıflar uydurur ve bu yalanların içinde yaşarsınız. daha sonra yaşanan anksiyeteyle bunlar da yüz üstüne çıkar bazen hüngür hüngür ağlarsınız. arkadaşlarınız bir şeyler anlatırken siz bunları yapamadığınız için kahrolursunuz.

    kafanızda sürekli bir şeyler vardır. artık hiçbir şeye konsantre olamamaya başlarsınız. bir kulağınızdan giren ötekinden çıkar zira kafanızda sürekli bişeyler vardır ve dönüp duran o düşünceler içinde kaybolarak geçer günleriniz. kurduğunuz senaryoların, yaşadğınız çeşit çeşit korkunun haddi hesabı yoktur. sürekli başarsız olmaktan, beceremeyeceğinizden korkarsınız. en normal işlere bile girmeye cesaret edemez hale gelirsiniz. ve tüm bunlar genellikle o kurduğunuz saçma duvarlardan olur ve bunları bir türlü yıkamamak sizi öldürür. ama bu duvarları da örmenize neden olan şey de yine bu hastalıktır. nası başladığını bilmediğiniz bir kısır döngüde hapsolmuşsunzdur. hayatta var olan pislik şeylere kafayı takar, insanların bu duyarsızlığına sinirlenir, delirir ama onlar gibi rahat bir hayat süremediğiniz için de kendinizden nefret edersiniz. bir an kendinizi dünyanın en harika insanı sanabilirken bir krizle kendinizi dünyanın en acınası insanı gibi görürsünüz. her nüksedişi biraz daha kurtulamayacağınıza inandırır sizi. çok mutluyken bir anda kendiniz mutsuzluğun en kralını yaşarken bulmak, size artık tamamen anksiyetenin esiri olduğunu hissettirir. aradan geçen yıllar, artık onun üstünüzdeki himayesinin ne kadar yüksek olduğunu adeta kafanıza vurur.

    bir süre sonra etrafınıza da anlatamamaya başlarsınız derdinizi. çünkü sizin gerçekten hasta olduğunuza olan inançları da zayıflar. onlara ya kendi kendinize trip yapıyorsunuzdur ya da size rahat batıyodur. çünkü yaptıklarınızın mantıklı bir açıklaması yoktur. çünkü ortada ne maddi ne de fiziksel bir sorununuz vardır. "bir sorunun yok olm kendi kendine büyütüyorsun" demeye başlarlar bir süre sonra. bir kısmı sizi artistlik yapmakla bile suçlayabilir. oysa kimse bilmez bilemez içinizde kopan fırtınaları...

    sanırım bir insana ancak bu kadar eziyet edilebilir. bir insan ancak bu kadar kendinden nefret ettirilebilir. bir insana ancak bu kadar kendisi aciz hissettirebilir ve bu kadar ümitsizlik aşılanabilir. hatta bir insan ancak bu kadar yaşarken öldürülebilir...*
    48 ...