ağlamayı unutan gözlerimden dökülen,
nafile gözyaşları bunlar.
çok gerilerde kalmak değil ki sebebim
arkama her yaslandığımda önümde beliren anılar
izmiri sever gibi,
körfezde boyozun yanına çay içer gibi sevmiştim
kordonda imbatı seyreder gibi,
midye dolmanın yanına bira yudumlar gibi
tarifsizdi hissettiklerim
bir süreliğine dinmişti o karabasanlar,
geceleri çığlıklarını duyduğum küçük kızla barışmış,
ruhumu işgale yeltenen o,
tek dişi kalmış canavarla da savaşmıştım
sıcak kasıp kavururken toprağı,
ben gönlüne aşk tohumları bırakıyordum.
belki hiç tutmayacak,
belki de hasret ateşi kavuracaktı.
ama olsun
hayatımda ilk defa bu kadar seviyordum .
oralarda bi yerdeydin ama göremiyordum
ve bana hayaline sarılmak kalıyordu.
sensiz uyanıp sensiz yatıyordum
yokken yemekler bi hayli tuzsuz,
çaylarım zehir zıkkım tadında oluyordu.
göz kepenklerim hala açık
uykusuzluğumun 7/24 hizmet verdiği
o hüzün ve hasret yüklü geceler ise
bitmek nedir öğrenemiyordu
senli-benli cümleler kuruyorduk hani
kızımız olursa adı gökçe,
evimiz izmir karşıyakada,
akşamları iki kadeh rakı biraz peynir ve kavun,
evinin huzur melaikesi, biraz kıskanç,
biraz mahsun, az huysuz ama tatlı kadın
hayallerime sığmayan sendin hani?
hatırlıyormusun
anlam fukarası bestelerin,
kulak tırmalayan güfteleriyle haşrolmuş
ucube notalarına inat;
bir şarkı vardı bizi anlatan
dinledikçe kıskandıtıyordu gülleri,
tılsımlı sesiyle mustafa ceceli
ve o malum şarkı; ..
ama bak ben,
amatemin kamuya açık alanında
dizlerimin üstüne çökmüş bir haldeyim,
kollarım mosmor, pempe düşlere isyan
ve kulağımda sadist kahkahalardan son esintiler
nerdesin diye soruyordun ya tanrım:
işte burdayım.
senin çoktan unuttuğun ve unutulduğun yerdeyim.
şimdi artık rahat bırakın gülleri
senin gittiğin gün soldu,
içimde ki tüm limon çiçekleri !..