bugün hava çok soğuk, kahverengi hırkamı giydim. yıllar önce yaşanan bir bayram gününü anımsıyorum.
bayramda giyilmek üzere alınmış kahvererngi hırkanın kaybolan düğmesini arıyoruz deli gibi.
görüntü değişiyor. gülümseyin diyor fotoğrafı çeken kişi. yüzyılın en alelacele anı fotoğraflanıyor. birbirine yaslanıp üçgen şekli oluşturmuş iki çocuk.bu fotoğraf bir ömrü özet geçiyor.
ben 3 ya da 4 yaşındayım. beni tam iki yıl tehdit ediyor minik kurnazlığıyla. anneme söylerse çok kızacağını söylüyor. çok ayıp kelime olan "bok" dedim diye. iki yıl sonra baskılara dayanamıyorum, gidip anneme anne ben bok dedim diyorum herşeyi itiraf eder tavırla. annemde bidaha söyleme diyor sadece..
annemler bir hafta yok. mutfaktan bir koku geliyor. tatlı tatlı pasta kokuyor. bir hafta hergün geliyor o koku.yemek yapamayı bilmiyor çünkü, pasta yapıyor.
bir cafede oturuyoruz. ben anlatıyorum o anlatıyor, daha çok anlatıyor. ben ağlıyorum, etraftakileri umursamıyor, bir peçete uzatıyor.
ışıklar söndürülmüş, karanlık. biz yine anlatıyoruz. fantastik edebiyat diye bir türden haberimiz yok.onu biz kendi hayallerimizde oluşturuyoruz. öye umutluyuz ki isviçreden tarihi bir şato bile satın alıyoruz. öyle güçlüyüz ki hayallerimizde sadece "iyi" olan bir dünya tasavvurumuzu şatomuz merkezli gerçek kılıyoruz. biz dünyayı yönetiyoruz.
zaman geçiyor, uyanmak zorunda kalıyoruz hayallerimizden ister istemez. çantalarımızı takıp sırtımıza ortak nefretimizi kusarak okula gidiyoruz.
yorgun düşüyoruz. okadar "bir"izki yazmayı unuttuğum günlüğüme ertesi gün baktığımda benim yerime yazılmış olduğunu görüyorum.
biz birbirimizi ucuz ve ağız ucuyla s.ç.s değil seni çok seviyorum diyip sarılabilecek kadar cesuruz.
o yarışmaya almanya'dan katılıyor, bense yarışmanın sorularını hazırlayanım.