ben bu yazıyı kendime yazdım

entry9238 galeri video17
    612.
  1. günün en berbat saatlerinin yolculuk saatleri olduğunu keşfettim
    o yüzden halkın mutsuzluğundan bahsederken hep "otobüslerde insanların mutsuz yüzlerini görüyorum" falan derler
    öyle değil aslında
    herkes kalabalığın içinde yalnız orda
    kimse birini tanımıyor
    ne yapsın, gülsün mü?
    sabahları mesela ben çok sinirli oluyorum
    insanlara bakıp bakıp sinirleniyorum yok yere
    hele şu pres makinesi metrobüsler yok mu?
    halkımız orada kaynaşıyor şerefsizim
    kel olanların kafasına şaplak atmak, saçlıların kafasını cama vurmak geçiyor aklımdan
    bazen metrobüs, karşıdan gelen metrobüsle tam kafa kafaya çarpışırsa ne olur diye merak ediyorum
    yani ölür müyüz falan değil,
    metrobüsler öylecene dururlar mı?
    yoksa arka tarafları havaya mı kalkar ikisinin de?
    yoksa içiçe mi geçerler?
    bazen tam boğaz köprüsündeyken köprünün kırılmasını düşünüyorum
    bütün arabalar patır patır boğaza düşerler
    yıkmak yok etmek istediğimden değil herşeyi
    öyle geçiyor aklımdan
    başka türlü geçmiyor yol
    insan en çok kendine kızdığı zaman herşeyi yok etmeyi arzular
    buna dikkat edin

    düşünmek istemiyorum
    düşündüğüm zaman canım sıkılıyor
    kendi kendimi gaza getiriyorum
    kendi kendime zarar veriyorum
    ya yok edici davranıyorum zarar veriyorum
    ya dişimi sıkıyorum zarar veriyorum

    buraya özdemir asaf müdahele eder;

    "dün sabaha karşı kendimle konuştum.
    ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
    yokuşun başında bir düşman vardı.
    onu vurmaya gittim kendimle vuruştum."

    bir de başkaları var hep kendim hep kendim nereye kadar
    küçük hesaplarla yaşıyorlar
    yaptıkları her hesabı hemen farkediyorum farkında değiller
    olsun ama
    onları da oldukları gibi sevmiyorsam namerdim
    çünkü ben de kusursuz değilim
    zaten kusursuz kimse görmedim
    ama yine de bazen çok üzülüyorum
    bu hesaplarla geçmez hayat
    yaşadığını farketmeden ölür insan

    sanki ben hesaplamıyorum küçük küçük
    ama benim derdim kimin ne dediği, kimin ne yaptığı, kimin üstün olduğu falan değil
    kaç param var, kaç param kaldı, sigaram var mı, yeter mi gibi daha küçük hesaplar..

    burda orhan veli ağğbimiz bizi korur;

    "küçüktüm, küçücüktüm,
    oltayı attım denize;
    bir üşüşüverdi balıklar,
    denizi gördüm.

    bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
    kuyruğu ebemkuşağı renginde;
    bir salıverdim gökyüzüne;
    gökyüzünü gördüm.

    büyüdüm, isiz kaldım, aç kaldım;
    para kazanmak gerekti;
    girdim insanların içine,
    insanları gördüm.

    ne yardan geçerim, ne serden;
    ne denizden, ne gökyüzünden ama...
    bırakmıyor son gördüğüm,
    bırakmıyor geçim derdi.

    oymuş, diyorum, zavallı şairin
    görüp göreceği."

    oğlum olursa adını "orhan veli" koyabilirm.
    sahi, baba olmak ne güzeldir..
    çok para kazanmam lazım benim..
    kalabalık bir aile isterim
    ya da hiç olmasın..

    bazı akşamlar eve dönerken çok yorgunsam eğer hayatı çok seviyorum
    istanbul'u görünce hele aşka geliyorum
    boğaz köprüsünden atlamak geliyor içimden
    ölmek istediğim için ama
    hayata dalmak için..
    aşka, kadere, özgürlüğe dalmak gibi..
    insanoğlunun baştan beri bir türlü sınırlarını çizemediği, aklının yetmediği kavramlar gibi..
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük