ruh adam

entry193 galeri
    19.
  1. Turancılığıyla tanınan yazar Hüseyin Nihal Atsız'ın ikinci romanıdır. cumhuriyetin ilk yıllarında, kralcılığı benimsemiş bir subayın sert kişiliği ve düşüncelerini ifşa etmedeki fütursuzluğu nedeniyle büyük bir karalama kampanyasına maruz kalıp tutuklandıktan sonra inandığı tek değer olan askerliği ve üniforması elinden alınır. mahkumiyeti sona erip kralcılık, vatana ihanet, rejime muhalefet ve yabancılarla işbirlikçilik gibi uydurma suçlardan hapse girip çıkan bir eski asker olarak evine döndüğünde hayatı tümden değişmiştir. yaşama küsen ve insanlığa büyük bir tiksinti ile bakan selim pusat edebiyat öğretmeni olan eşi ayşe pusatın öğrencilerinden güntülü ile tanıştıktan sonra kendisini ikibin yıl öncesine götüren ve aklını harap eden yarı metafizik, yarı hayal dolu yeni bir dünyaya adım atar. hikayenin bundan sonraki kısmı türk tarihinin karanlık çağlarına kadar uzanan bir tarih çeşnisi içerisinde, müslümanlık, şamanlık, hatta budistlik öğretilerini de barındıran olaylar zinciri ile okuyucu üzerinde derin etki uyandırır. ayrıca yazarın psikolojik tahlillerdeki başarısı ve romanın kahramanları üzerinden bu tahlillerini ifade tarzı etkileyicidir. peyami safa'nın da benzer unsurları farklı bir açıdan ele alan bazı romanları bulunsa da, nihal atsız tarih bilgisini ve edebi becerisini kullanarak fark yarattığı bu eseriyle türk edebiyat tarihine eşsiz bir örnek sunmuştur.

    ayrıca kitapta selim pusat tarafından yazılan geri gelen mektup isimli şiiriyle, şairlikteki ünü romanlarının önüne geçmiştir.

    Geri Gelen Mektup

    Rûhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
    Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
    Pervâne olan kendini gizler mi alevden?
    Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu...

    Gün senden ışık alsa bir renge bürünse;
    Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
    Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
    Yalnız o yeşil gözlerinin nûru görünse...

    Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
    Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!..
    Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince,
    Çehren bana uğrunda ölüm hâzzı verince,
    Gönlümdeki azgın devi rüzgârlara attım;
    Gözlerle günâh işlemenin zevkini tattım.
    Gözler ki birer parçasıdır sende ilâh'ın,
    Gözler ki senin en katı zulmün ve silâhın,
    Vur şanlı silâhınla gönül mülkü düzelsin;
    Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!

    Bir başka füsûn fışkırıyor sanki yüzünden,
    Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
    Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
    Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
    Dinmez! Gönlün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
    Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
    Görmek seni ukbâdan eğer mümkün olaydı.

    Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
    Tek bendeki volkanları söndürse denizler...
    Halâ yaşıyor gizlenerek rûhuma "Kaabil";
    imkânı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
    Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
    Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

    Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
    En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
    Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur,
    Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!
    4 ...