sıradan olandır. birileri ölür ve ardından hayat devam eder.
anneannemi 5yıl önce kaybettik. 10 eylülde. beni büyüten kadın vücudundaki çeşitli hastalıklar sonucu -klişe tabirle- hayata veda etti.
kimine göre iyi oldu, sürünmedi daha fazla.
kimi salya sümük ağladı.
annemin ve dedemin içinde bulunduğu grup ölümünden sonra çok değişti.
ben ise sadece izledim.
değişimleri izledim, kendi değişimimin farkında olmadan. çareleri, tesellileri izledim. ağlayanları izledim, sanki ben ağlıyormuşum gibi bencilce rahatladığımı farkettim ağlayanlar karşısında. acı karşısında tek zayıf olan ben değildim. anneannemi herkes seviyordu. "işte şimdi ağlamakla dizin kanadığında ağlamak arasında dağlar kadar fark var. şimdi ağlayabilirsin" dedim kendime.
kimse farketmedi ya da ben çok iyi gizlediğimi sandım ama ben de değiştim. ağlamayıp içime atmaya başlayınca farkettim değiştiğimi.
dedem anneannemin ölümünden iki yıl sonra evlenmeye karar verdi. o günden sonra, hayatta en çok sevdiğim insanlardan biri olan dedemin sevdiğim yönlerinin de annannemle öldüğünü farkettim. tabii ki de onu çok seviyordum ama bu eskisi gibi değildi. değişmiştik. anneannem onun hayatından gitmişti de benim kişiliğimde canlanıyordu sanki, onun büyütmüş olduğu her davranışımdan belliydi. annem kadar kızıydım anneannemin, ama maalesef dedemin değil.
bugün uzun süreden sonra dedemin evine gitmek mecburiyetinde kaldım.
hiç birşey aynı değildi. dedem evlenmemişti ama evlenme hazırlıklarının izi evin havasına sinmişti. başka birine açılmıştı bu kapılar, sonuç ne olursa olsun.
benim o çok sevdiğim mor kraliyet koltuklarım gitmişti salondan. üstünde sıplaya zıplaya çökerttiğim minderleriyle kimbilir hangi çöplükte hangi kediyle duruyorlar şimdi.
oturma odası değişmişti tamamen. anneannemin mutfağa gidemediğinden odaya getirttiği kahverengi masa gitmişti. masanın üstündeki tozlu pembe çiçek de tabii. hani yapraklarında plastik su damlacıkları olan cinsten.
duvarda zamanında türkiye gazetesinin verdiği dikdörtgen saat gitmişti. saniye göstergeci küçüklüğümde kırılmıştı ama çatır çatır gösterirdi saati yine de, annemin okuldan geliş saatini o saatle sayan ben saati söylemeyi de şimdi çöplükeki o saat sayesinde öğrenmiştim.
balkonda küçük bir bahçe havası yaratan ne varsa gitmişti. kırmızı karanfil bahçedeydi, sardunyalar mezarının üstünde.. üç çekmeceli, üst çekmecesinde çitlenbik ve fındık olan şifonyer de atılmıştı. tabii ne luzumu vardı tutmanın, giden gitmişti.
o eski banyo kimbilir kaç kez yıkandığım küvet, anneannemin oturduğu kırmızı tabure, havluların askı yeri, orada duran vileda.. hepsi gitmişti. şimdi o banyoya, içinde radyosuyla uzay üssü gibi bir küvet gelmişti, spot ışıkları ve hilton dolap.
anneannemin annesinin kaldığı koltukları benim 6 yaşımdaki zevkimi yansıtan küçük oda da tarih olmuştu, o eski aksayan dikiş makinesiyle beraber. anneannem terziydi benim. benim elbiselerimi dikmek için saatlerini günlerini harcadığı dikiş makinesi de durmamıştı bu evde, durdurulmamıştı.
ben çok duramadım o evde, mutfakta bir kahve içtim ve omuzlarım düşmüş bir halde evime döndüm.
çocukluğumdu lan orası benim. birsürü uğur böceği topladığım, kırk yılda bir oyuna çıktığım mahallem, çocukluk arkadaşlarım, her sayfasına resim çizdiğim fihrist. çocukluğumdu lan. çocukluğum çöplükte şimdi.
daha eskisi gibi olmayan birsürü şey ve eskisi gibi kalan bir iki ufak detayla ev tamamen yeni şimdi. bir tek mutfakta vardı o eski huzur.. çilekli perdeler..