sanırım 4 yaşındayım. esmer saçlı, pasaklı bir oğlan çocuğu. karşı bakkala ekmek almaya giden bir anne ve evde ağlayan bir kardeşten ibaret bir gün yaşıyorum. acıkmıştır diye düşünüyorum ufaklık. doyurmalıyım onu. alıyorum biberonunu tam ağzına uzatacakken birşey geliyor aklıma, ısıtmalıyım ! hep böyle yapardı annem, ısıtmadan yemeğimizi yedirmezdi bize. ama nasıl yapacağım bunu ? boyum yetişmezki ocağa kadar ?
birkaç dakika sonra..
ayağının altına küçük bir kova yerleştirip ocakta yanan ateşin üstüne biberonu bırakıveren bir çocuk oluveriyorum. aman allahım. bu kokuda ne ? ya bu alev ?
tabii çocuk aklı işte, öyle biberonu direk ateşe koyarsan yakarsın ortalığı.
biraz sonra annem giriyor içeri, korku içinde. elindeki poşetleri bırakıyor bir kenara ve hemen ateşi söndürmeye uğraşıyor.
evde ağır bir yanık kokusu,ve simsiyah bir duman. hala açlıktan ağlayan kardeşim ve korkudan ona eşlik eden annem. sarılıyor ikimizede korkudan.
ya birşey olsaydı size, ya birşey olsaydı ne yapardım ben ? diyor elleri titreyerek.
kapı çalıyor bir kaç saniye sonra. içeri giren uzun boylu devasa bir adam. televizyondaki askerler gibi giyinmiş. elinde bir poşet ve içinde çikolatalar. hemde en sevdiğimden
unutuyoruz o an mutfaktaki küçük yangını ve evdeki dumanı
kim olabilir bu adam ? düşünüyorum biraz. aklım ermiyor o kadar, çıkaramıyorum.
baban diyor annem, askerden dönen baban. işte böyle başladı babamı ilk görüşüm. ve 18 yaşıma geldiğimde babamın bakışlarının hala değişmediğini görüyorum. her akşam işten yorgun döndüğünde yüzünde yine o askerden dönen elinde çikolata poşeti olan mutlu adamla karşılaşıyorum...