--spoiler--
istanbul’daki ingiliz birliklerinin futbol takımları arasında yapılan turnuvada, ilk üç sıraya giren takımlar belli olmuştu: Irish Guards, Grenadiers Guards ve Goldstream Guards...
Bu üç takımdan karma oluşturulmuştu: Guardlar karması.
istanbul’daki işgal kuvvetlerinin komutanı General Harrington, bu karmanın bir Türk takımıyla maç yapmak istediğini açıklamıştı. Kazanan takımı gümüş bir kupayla ödüllendirecekti. Türk takımlarının başvurusu bekleniyordu.
Bu açıklama, Türk takımlarına bir çeşit meydan okuma olarak kabul edildi... General Harrington’un rakip olarak Fenerbahçe’yi istediği söylentisi yayıldı. Fenerbahçe iki-üç yıldır ingiliz takımlarıyla birçok maç yapmış, çoğunda galip gelmiş, işgal altındaki halkı mutlu etmişti. General Harrington bu acar takımı yenerek Türkler’e hadlerini bildirmek istiyordu.
Fenerbahçe Kulübü vakit geçirmeden yanıt verdi: Maça hazırdı!
Fenerbahçe, ingiliz karacılarının ve denizcilerinin futbol takımlarını iyi tanır, bütün oyuncularını bilirdi. Hepsiyle karşılaşmıştı, yenmişti. Bu yüzden, karma takımın da Fenerbahçe’yi yenme olasılığı yoktu. Yöneticiler de, oyuncular da böyle düşünüyorlardı.
Bilmedikleri bir şey vardı. Harrington bu kararı yeni vermemiş, bir ay önce düşünmüş, Mısır ve Malta’da askerliğini yapan dört profesyonel futbolcuyu gizlice istanbul’a getirmişti. Bu dört futbolcu ingiliz birinci liginde oynayan ünlü Chelsea takımındandı.
Galatasaray Kulübü yöneticileri, Fenerbahçe yöneticilerini ziyaret ettiler. Yenilmek olmazdı. Hele bu sırada... “Ya biz de karma bir takım çıkaralım, ya da Aslan Nihat gibi bir-iki oyuncumuzu alın, daha güçlü olun, yenin ingiliz karmasını” dediler... Fenerbahçeliler, Galatasaray yöneticilerini kucaklayıp öptüler: “Çok teşekkür ederiz. Takım şu anda çok iyi durumda... Merak etmeyin, ingilizler’i yenecek güçteyiz. Bu dostluğunuzu asla unutmayacağız.”
Maç tarihi ilan edildi:
29 Haziran 1923
Cuma
Saat 15.00
Yer, Taksim stadı.
istanbul, her konuyu unutup, bu maça kilitlendi... istanbul, 29 Haziran günü Taksim’e yürüyordu. Herkes ümitli, neşeliydi... Fenerli gençler vapurdan inmiş, ellerinde Türk ve Fenerbahçe bayrakları, Karaköy-Tepebaşı yoluyla, bugünkü istiklal Caddesi’ne çıkmışlardı.
Fenerbahçeliler’e, istiklal Caddesi’nde, Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde toplanmış olan Galatasaraylı gençler katıldı... Bunlar da Türk ve Galatasaray bayrakları taşıyorlardı. Kucaklaşarak, Taksim’e doğru yürüdüler. Taksim meydanına çıkınca, Gümüşsuyu yoluyla gelen Beşiktaşlı gençlerle karıştılar. Onların da ellerinde Türk ve Beşiktaş bayrakları vardı.
Hep birlikte, milli mücadele marşlarını söyleyerek, Taksim stadına yürüdüler.
O tarihe kadar hiçbir spor alanında milli maç yapılmamıştı. Dünyadan ve çağdan kopuk bir toplumdu. Bu dayanışma, birliktelik, heyecan, bu maça milli maç havası vermişti.
Taksim stadının ahşap tribünleri dolmuştu. Tribünlere koltuklar dizilmişti... Bu koltuklar, istanbul terbiyesi gereği, maça gelen hanımlara veriliyor, erkekler ayağa kalkıyorlardı. Kadınların çokluğu dikkati çekiyordu. Hepsi sıkma başlı, mantoluydu. Sahanın karşı yanında da Rum ve Ermeni seyirciler toplanmıştı. Onların ingilizler’i destekleyecekleri anlaşılıyordu.
Taksim stadı hiç bu kadar kalabalık olmamıştı. Seyirciler arasında, o güne kadar hiç futbol maçına gelmemiş beyler ve hanımlar da vardı.
Saat 15.00’e yaklaşırken Türk, ingiliz, Fransız ve italyan yöneticiler, komutanlar yerlerini aldılar. Harrington Kupası tribünün önünde bir sehpaya yerleştirildi. Seksen santim boyundaki kupa pırıl pırıl parlıyordu.
Heyecan doruktaydı. Maçın başlamasına beş dakika kalmıştı. Bir ingiliz’den Chelsea’li dört profesyonel futbolcunun rakip karmada oynayacağını öğrenen bir Fenerbahçeli, aldığı bilgiyi yanındakilerle paylaştı. Kulaktan kulağa yayıldı. Bazılarını kaygı sardı.
işgalcilerin ve azınlıkların alkışları arasında ingiliz takımı sahaya çıktı. Diri, kendinden emin, rahat bir görünümleri vardı. Seyircileri selamladılar. Sahaya yayılarak ısınmaya başladılar.
Birden gök gürler gibi bir uğultu koptu. Fenerbahçe görünmüştü. Sarı üzerine lacivert çubuklu formaları ile 11 Fenerli, başta kaptan Hasan Kamil Sporel, koşarak sahaya girdi. Seyircileri selamladılar. Onlar da ısınmaya başlayarak, sahaya yayıldılar. Fener şu 11’le çıkmıştı: Şekip Kulaksızoğlu, Hasan Kamil Sporel, Cafer Çağatay, Kadir, ismet, Fahir, Sabih, Alaeddin Baydar, Zeki Rıza Sporel, Ömer Tanyeri, Bedri Gürsoy.
Saat tam 15.00’ti... Hakem maçı başlattı. ingilizler kesin kazanmak için oynuyorlardı. Sert, hatta kırıcıydılar. Fenerbahçe daha sakindi. Birinci devre karşılıklı akınlarla geçiyor, seyirciler hop oturup hop kalkıyorlardı. Alışılmamış kalabalık ve kazanma zorunluluğu Fenerliler’i olumsuz etkilemiş gibiydi. Tutuktular... Devrenin sonuna doğru ingilizler bir gol attı. Türkler donup kaldı. Devre böyle kapandı.
ikinci devre, kadın erkek, Türk seyircilerin kulakları sağır eden haykırışları ile başladı, “Haydi aslanlaaaaar!” Fenerbahçe fırtına gibi girdi. Devre arasında moral depoladıkları, ingiliz karmasını doğru değerlendirdikleri anlaşılıyordu. Bayraklar sallanıyor, stat tutuşuyordu sanki... 60’ıncı dakikada Zeki Rıza tutulmaz bir şutla eşitliği sağladı... ingiliz karması bocalamaya başladı. Sonra o harika dakika geldi... 74’üncü dakika... Zeki Rıza, topu biraz sürdü, karşısına çıkan ingiliz’i çalımladı ve General Harrington’un hayalini çökerten şutu attı. Top mermi hızıyla uçup, ağları havalandırdı. Kaleci görememişti bile... Binlerce ağızdan top patlar gibi bir haykırış yükseldi: “Gooooooooool!”
Taksim yıkılıyordu... Maç, Fenerbahçe’nin baskısı altında, 2-1 sona erdi... General Harrington, kupayı, takım kaptanı Hasan Kamil Sporel’e verdi. Hasan Kamil Bey, kupayı ağırbaşlılıkla aldı ve seyircilere dönerek havaya kaldırdı. Türkler çıldırdılar. işgalci ingilizler’i destekleyenler ise, sessizce kayboldular.
--spoiler--
Bu satırları, ‘Şu Çılgın Türkler’ ve ‘Diriliş’ kitaplarının yazarı Turgut Özakman’ın piyasaya yeni çıkan ‘Cumhuriyet’ isimli kitabından birebir aktardım... Bir yurtsever ve bir futbolsever olarak, Harrington Kupası’nı elbette biliyordum; ancak, hiç böylesine destansı ve resmi belgelere dayalı şekilde okumamıştım... Cumhuriyetimize giden yolu anlatmasının yanı sıra, her fırsatta birbirinin kafasını gözünü yaran üç büyüklerin, gerektiğinde nasıl ‘tek vücut-tek takım’ olabildiğini, bütün görkemiyle ortaya koyan bir kitap bu... Birlik beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, herkese
tavsiye ederim.
işin ekstra güzel tarafı; değerli Turgut Özakman, Fenerbahçeli değil.