oldukça uzun süresine rağmen, merakla ve sıkılmadan kendini izlettirebilen bir wim wenders filmi. buram buram terk edilmişlik ve yalnızlık kokuyor bu film.
- - -
--spoiler--
- - -
travis karakterini canlandıran oyuncu, cozutmuş adam rolünde müthiş. wim wenders, filmin ilk kısmında bizim, travis'e acımamızı sağlıyor. 4 sene boyunca ordan oraya savrulmuş bir adam travis. kardeşi onu buluyor ve öğreniyoruz ki karısı onu terk etmiş. birde çok sevimli hunter isimli oğlu var. kardeşi ve yengesi büyütmüşler onlar yokken. travis'e üzülüyoruz o sırada. adamın psikolojisi çökmüş. hunter'a daha bir üzülüyorum. "sarı kafa, mavi gözlü masum yüzlü melek" diyorum. annesi de terk etmiş. "nasıl bir vicdan?" diyor izleyici. kendisini bu kadar seven, gidşinden sonra kendini çöllere vuran ve 4 yıl boyunca hayatını yollarda geçiren erkeği + oğlunu nasıl bırakabilir insan?
filmin ilk kısımlarında bunları sordum kendi kendime. merak da ediyorsun tabii. hiçbir kadın, kolay kolay durduk yere de gitmez diye düşünüyorum. bakalım ne olacak? wenders, merak dozunu iyi ayarlamış. tam tadında vermiş yani izleyicinin muhtemel sorularının cevaplarını. filmin ilk kısmı, travis'in gözünden izliyoruz işte.
ikinci kısımda ise; beklediğimiz gibi travis, jane'i buluyor. yanına, hunter'ı da alarak jane'i buluyor. ayrıntıya girip filmi anlatmak istemiyorum. ben daha çok filmin uyandırdığı duyguları önemsiyorum. çok etkileyiciydi çünkü.
öğreniyoruz ki travis o kadar sütten çıkmış ak kaşık değilmiş. aşık olduğu kadının özgürlüğünü elinden alacak kadar saçma hareketler yaparak onu kendinden uzaklaştırmış. jane, bir seks shop'ta erotik şov yaparak ve konuşarak erkek müşterilerle ilgilenmektedir. travis, telefondan jane ile konuşacakken onun soyunmasını istemez. sadece konuşmak ister. jane ise onu dinler.
kendi hikayelerini anlatmaya başlar travis. adamın kadını ne kadar çok sevdiğini, ne kadar çok kıskandığını ve histerik tavırlarıyla bu ilişkiyi nasıl felakete sürüklediğini öğreniriz. travis, sevgisiyle jane'i boğarken, onun kaçmak istemesini engellemek için onu sobaya bağladığını, kelepçeleyip eziyet ettiğini de söyler. jane, bu hikayenin kahramanlarından biri olduğunu anlar. travis'i görmek ister ama travis sadece otel odasında hunter'ın onu beklediğini söyler ve onu göremeyeceğini belirtir.
filmin son kısmında jane'in, oğlunun yanına geldiğini görüyoruz. filmin en duygusal sahnesi buydu bence. ağladım bu sahnede. yıllardır annesini görmemiş bi evlat, annesinin geldiğini görünce tepkisizce sadece bakıyor ve sonrasında yavaşça yaklaşarak karnına kafasını gömüp belinden sarılıyor. saçlarına dokunuyor, kokluyor. kokusunu özlemiş.
çok etkileyici bir drama ve baş yapıt. insanın boğazında düğümler oluşturuyor özellikle şu son ana-oğul sahnesi. tavsiye edilir.
not: Nastassja Kinski ne güzel kadınmış be. utanmasam aşık olacaktım.
hani bazen bazı aşklar vardır ya gerçekten bitmiştir. geri dönüşü asla olmaz. bu filmdeki de aynen öyle. her şey tüketilmiş ve aşka dair hiçbir şey kalmamış. tekrar biraraya gelmek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. o kadar yıkıntının üstüne yeni bir bina inşa edilemez.