the sound of perseverance

entry30 galeri
    26.
  1. entry tanım: uzun zamandır kritiğini yapmak istediğim, en sevdiğim albüm. aslında üye olduğum bir foruma yazacaktım kritiği ama bazı şeyler oldu soğudum oradan, kısmet sanaymış be sözlük.

    albüm kritiği:
    Ana mimarı öldükten yıllar sonra tanıştım bu albümle. hala her dinleyişimde ilk dinleyişimdeki tadı, hatta daha fazlasını alırım her parçasından. hiçbir zaman chuck schuldiner gibi olamayacağımı bilmek yaralasada beni, benim gibi düşünen birilerinin olmasını bilmemi sağlamıştır, güç vermiştir bana. 20. yüzyıl flozofu chuck schuldiner albümde resmen hayatı anlatmıştır.
    chuck un vokali tam olarak scream a çevirdiği görülür, tür olarak ise ''progressive death metal'' gibi durur. chuck babamızın olgunluk yıllarında yanına richard christy gibi bir hayvan yerleşince ortaya böyle bir şey çıkmıştır işte. gerçekten eşsizdir benim için. sanırım ölene kadar en sevdiğim albüm olarak kalacak.

    scavenger of human sorrow: müthiş bir pedal atağı ile şarkımız başlıyor, 8 saniye sonra gitarda giriyor ve bizi nasıl bir albümün beklediğini yaklaşık yarım dakikalık bir girişle hissedebiliyoruz. hayatımda duyduğum en yırtıcı, en isyankar, en müthiş ses ''what pain'' diyerek şarkıya giriyor. şarkı çok karışık olmayan ama isyankar bir şekilde ilerliyor, chuck baba yırtıcı sesiyle adeta bir şeylerin sınırlarını zorluyor, sanki bir yere ulaşmaya çalışıyor ve birden şarkıda bir hızlanma oluyor, bir kopma. evet o sınır aşılacak.
    ''Büyük sözcükler, ufak akıl
    Acılarının arkasında
    insani üzüntünün leş yiyicilerini bulacaksın
    Leş yiyici
    Seçeneğin silahı olan soyut teori
    insani üzüntünün leş yiyicileri tarafından kullanıldı
    Leş yiyici''
    ve birden herşey duruyor. sonra yavaş yavaş baştan başlıyor. solo giriyor ve şarkı devam ediyor. gene sınırlar zorlanıyor ve gene aynı patlama. şarkı sanki bizi o kısa ama sonsuz nakarat bölümüne hazırlıyor. bu spirit crusher, story to tell ve flesh and the power it holds'da da görülüyor. progressive öğeleri açıkça görünüyor.
    bite the pain: yarayı ısırmak? insanın yarasını onarmak varken ona saldırmak, zayıf yanından vurmak... şarkının isminden anlayabiliyoruz chuck babanın nelere isyan ettiğini.
    aşırı derecede teknik bir şekilde başlıyor şarkı. kendimizi ilk saniyeden bırakıyoruz şarkıya. vokar giriyor, hayata ve insanlara kısaca sövüştürüyor ve hızlanıyor. teknik öğelerin sınırlarına dayanmış şarkı, benzerini henüz görmedim. öyle bir akıyor ki müzik yapabileceğiniz tek şey onunla birlikte seyahat etmek.
    spirit crusher: Bence Chuck'un dünyanın en yırtıcı vokali olduğunu ispatladığı şarkıdır. Daha ayrı bir yeri vardır bu şarkının. Chuck bence beynindeki tümöre değil, ondan esinlenerek başka bir şeylere isyan etmiştir.
    ''Çok derinlerden gelir
    Hayalcilerin bilinmez mekanından
    Eğer böyle devam ederse güneşle ayı gökyüzünden ayırır
    Farkına var
    insanlar sadece görünüşte
    Kalpte ise canavarlar
    Onu içeri almana izin verme
    Seni parçalayabilir
    Suçluluk duyma
    Bu acıyı coğaltır
    Ruh parçalıyıcı
    Güçlü kal ve sağlam devam et
    Ruh parçalıyıcı
    Öldürücü kelimelerle konuşmak
    En iyi öldürücü ve parçalıyıcı
    Acımak yok seni oluşturan kanın tadına bakmak bir zevk
    Boşluğu doldurma zamanı geldiğinde
    Nefes almayı tüketme ihtiyacı
    Birşey upuzun duracak karşında
    içten içe nefes alarak
    Ruhunun sesinden''
    insan neden kendini karşısındakinin yerine koyamaz, onu ezmekten haz alır? Neden insanlar eşit değildir, birileri diğerlerinden daha üstündür? Sözler bence her şeyi ele alıyor ve her şeyi anlatıyor.
    story to tell: bence dünyanın en iyi introsuna sahiptir. şarkı ilk saniyeden alıp götürür, uçurur uzaklara. tam olarak 25 saniyede hayat dediğimiz şey özetleniyor sanki. ayrıca vokalini en sevdiğim, yani bence vokal olarak enlerin eni olan şarkıdır. when you taste the truth you will see like others... diye giden bölümde sanki bir şeyleri koparır chuck baba.
    ''when you think of me in your
    multidimesional mind, try and wash the
    "evil" from your mind and open it.

    when you taste the truth you will
    see like others before me, to you
    i am past, a story to tell
    tell it.''
    şimdi ingilizce bilmeyenler diyecekler ki neden türkçesini yazmıyorsun, anlamıyoruz. aslında bu şarkıyı anlayabilmek için bence ingilizce bilmeye gerek yok. enstrumanlar, vokal ve o solo her şeyi anlatıyor. ama genede özetlemek gerekirse; story: öykü, hikaye; tell: söylemek, anlatmak. yani aslında her şey bir hikaye. bu dünya, bu hayat, bu şarkı, bu sözler... hani şarkıyı bazen başka bir şeylerle meşkulken kulak ucuyla dinleriz ama bazen içine gireriz ya, bu şarkının içine girerseniz çıkamazsınız, farklı bir dünyadır. farklı bir solosu vardır, aralıklarla tüm sesler kesilir ve etraftaki sesleri dinlersiniz, kalabalık bir ortamda insanların konuşmasını, yağmurlu bir akşam sokakta yürürken yağmur seslerini, neredeyseniz çevreniz şarkıya eşlik eder, kaç insan tatmıştır bilmem ama gerçekten bambaşka bir duygudur. adeta müziği durdurarak etrafın seslerini dinletir bize chuck baba, bak hepsi saçmalık hepsi hikaye der...
    flesh and the power it holds: girişiyle adeta sinsiliği anlatır. hormonları kontrolünden çıkan bir insanın isyanıdır. peki insan nedir? insanı diğer canlılardan ayıran şey(ler) ne(ler)dir? bir şey seni çekiyor, evet sadece et aslında o ama istiyorsun deliler gibi. bu nasıl olabilir, kontrol edemiyorsun kendini. saldırmak istiyorsun ona... ve sonra çok değil bir kaç dakika sonra tükeniyorsun ve biraz önceki haline inanamıyorsun.
    ''Nefsine ve onun sahip olduğu güce bak''
    ''nefs ile savaşmak düşman ile savaşmaktan zordur''
    sözler benzerlik gösteriyor değil mi?
    ne dindar insanlar tanıdım hakim olamadığı, olmakta en zorlandığı tek şey hormonları. bu yorumumdan dolayı kızanlar olabilir ama bence insanı yaratana yaklaştıran, hayatın sınav olduğunu gösteren bir yanı var bu şarkının. ''edit: tabi yaratıcı varsa?'' birbirini deliler gibi istiyorlar ama nedir onları birbirine çeken? kendine olan hakimiyetin mi deneniyor yoksa?
    ''Yüzündeki rüzgar gibi, göremezsin onu
    Ama bilirsin orada olduğunu
    Güzellik çirkin yüzünü gösterdiğinde, sadece hazır ol!''
    bu noktada yorum sizlerin.
    voice of the soul: ruhun sesi varsa heralde böyle bir şeydir. müthiş bir enstrumental şarkı. bir saniyesi bile boş değildir, akıp gider. alır götürür uzaklara. sınırlar çoktan aşılmıştır. duygu denen şeyin sadece aşk olarak görüldüğü bu garip dünyada hala duyguları olan her insan sanırım sevecektir bu şarkıyı.
    to forgive is to suffer: bir arkadaşım bu şarkının anlamını sorduğunda ''affetmek acı çekmektir'' demiştim; bana affetmenin neresi acı, ne alaka demişti. aslında doğru söylüyordu neden acı olsun ki, affetmek güzeldir. peki öyleyse neden bazı hataları affetmez insanlar? kolay mıdır size ihanet edene eskisi gibi davranmak? affetmek acı çekmek midir gerçekten?
    Painkiller le birlikte albümdeki en sert parça olarak görülür. sert ve gaz bir giriş ve aynı gazla devam. çalmasının çok zor olduğunu sanıyorum ve canlı versiyonunu hiç bulamadım. davullar aşmıştır. şarkı sonunda bize adeta hayatı bir kez daha özetler ve bir sonraki şarkıya hazırlar.
    a moment of clarity: şarkı bir çok kişiye girişiyle eğlenceli veya itici gelebilir. bilmiyorum öyle hissetmiş midir yazarken chuck baba ama sanki girişten itibaren iniş çıkışlarda hayatın iniş çıkışları anlatılır. en dengesiz şarkı olarak görürüm bunu, çok değişkendir. aynı hayat gibi. sürekli değişir.
    ''hayat bir gizem gibi
    pek çok ipucu ama pek az cevap ile
    bakmak için yapabileceğimizi bize anlatmak amacıyla
    bizi gerçekten koruyan mesajlar için''
    şarkının tamamında açık bir şekilde hayatı sorgular chuck baba, neden yaşadığımızı sorgular.
    bir yere kadar etkilenmiş bir şekilde ama normal olarak dinlerim bu şarkıyı, ''answeeers'' diye bağırırım her seferinde. daha sonra şarkı tüm biriktirdiği bu duyguları patlatır gözlerimde.
    ''bir aydınlanma anı görmek için genişçe gözlerimi aç
    kargaşa gitti, senin ellerinde
    neden olduğunu sormada senin sıran, neden? hayır tanrım.. neden?''
    bu dakikadan itibaren aynı bunları yazarken olduğu gibi tüylerim diken diken olur ve gözlerimden yaşlar boşalır. gitar bildiğin ''ağlar''. davullar hayatın ritmini anlatır ve bir insanın, gittikçe yaşlanan ve dünyadan uzaklaşan bir insanın direncini, çabalarını, parlamalarını gözler önüne serer dört tane enstruman. hayatın karmaşasını daha iyi anlatan bir şeye rastlayamadım henüz. hele sondaki ''sesi giderek kısılan ama hala parlamaya, bir şeyler yapmaya çalışan ihtiyar'' acayip koyar. şarkının bu kısımlarında ve bittikten sonra ağlarken nefes almayı dahi unuturum bazen...
    painkiller: aslında fazla yorum yapmaya gerek yok, efsane şarkının efsane coveridir. chuck un sesiyle, richard christy nin de iki adet baget ve kolay kolay kırılmayacak dayanıklı bir bateriyle neler yapabileceğinin ispatıdır ki burada ikisi birleşmiştir. baştan sona tam gazdır. a moment of clarity nin üstüne birçok kez diriltici gibi gelmiştir.
    0 ...