Gençliğimde, ilk ve son gençlik yıllarımda olduğu gibi değil ama, orta gençlik yıllarımda, hatta son çeyreğinin iki milim öncesi, sosyal kavramıyla ki bunun kavramlığı beni ilgilendirir, niteleyip yüce ve tanımsız kişiliğime yüklediğim çıldırtıcı kaygıların hem gururlu ya da daha doğrusu kibirli bir bakış açısıyla yaklaşık yetmiş derece dolaylarında, toplum için; hem de biraz farkına varmanın söz konusu olduğu kendim için; farkına varmak yerine şöyle diyelim, ayrımına vararak da benim, yani zatıma mahsuben, bir şey yapılamazlığının, yani kaygıları kastediyorum, bunun umutsuzluğunun, karamsarlığının getirisi durumunda vuku bulan “içimdeki tarifsiz şeyler” gibi değil, tükenmek ama bir şey yapamaz, sunamaz, bir şey üretemezliğin, gençlik kırgınlığıyla buluşarak hadi hadi hadi bir şeyler olsun artık dercesine ve ne olursa olsun tatminsizliğin yarattığı sürekli yitmek, tükenir olmak güdüsünü, güdü değil, durumunu, durum değil, halini terk edemezliğin ama bunu artık, terk etmeyi de yani, istemezliğin, bir boş, bir boşlukta, yorgun, argın, yalnız ve dinmiş tarafı olsa gerek desem şimdime, şimdilerime, kendimi işin içinden çıkarmak, kurtarmak için bir şey yapmış olamayacağıma, tüm bu boş sözler bir işe yaramayacağına göre neden konuşayım deyip, sözü bana düşman olan ben-e atışımdır bu cümle.