Orta 1. sınıf öğrencisi olmanın, ilk defa kravat takıp, ceket ve ütülü pantolon giymenin tarifsiz heyecanını yaşadığım zamanlar. Yaşım 12 ve takvimler 1993, aylardan nisan diyor.
Kendisini görünce kaçacak delik aradığımız bir müdür yardımcımız vardı. hangi dersteydik hatırlamıyorum. içeri girdi;
- hocam müsaadenizle beysar'ı alıyorum.
+ tabii tabii. beysar. *
içimden "e al da, ne yaptım ki ben?" diyorum. Yalnız çaktırmadan yüzüne dikkatlice bakıyorum hocanın. Hani üzerine çay dökmüş çocuk mahcubiyeti var. dudaklarını sıktırmalar, zorlanmış tebessümler..
O gaddar, zalim, despot müdür yardımcısı elini omzuma atmış, odasına doğru yürüyorduk. Koridor boyunca mırıldanarak bana;
- gel bakalım aslanım. Gel. Gel aslanım...
+ ...?
Derken, odasının önüne gelince ağabeyimi gördüm. Aval aval ne film döndüğünü anlamaya çalışırken ağabeyim;
+ hocam biz gidelim mi?
- iki dakika bekle izin kâğıdını yazayım beysar'ın.
Neyse, yazdı çizdi. ağabeyim elini omzuma attı merdivenlerden aşağıya inerken;
+ ee anlat bakalım paşam ne yaptın bugün?
Ben de kayışı kopmuş at arabası gibi neşeli neşeli en osuruk mevzuları bile anlatmaya başladım. Sonra jeton düştü;
+ he ağabey ya, nereye gidiyoruz, ne oldu?
- istanbul'a, dedeni ziyarete..
Aslında tam da yiyeceğim bir yalandı. Ki yedim. Dedem hasta, yeni ameliyat olmuş, haliyle ziyarete gidilmesi normaldi.
okulun arka sokağında cami vardı. Gel dedi ağabeyim, elini yüzünü yıka. Biraz konuşur sonra gideriz. Ben ki, ağabeyime karşı teslimiyetin nirvana'sı olan bir çocuk. Bir defa karşı çıkıp arıza yapmadım ona. belki aramızda 7 yaş vardı ondandır. belki de iki kardeş olmamızın, kardeş sevgisinin tek kişide toplanmasıdır sebebi. Bilemiyorum ama candır abim. Kandır, karındaştır.
neyse,
cami içinde avluda bir banka oturduk. elimi yüzümü sildim mendilime. baktım yüzüne ağabeyimin. belli ki ciddi bir şeyler anlatmaya hazırlanıyor. Da gözleri neden kırmızı onun? Neyse, vardır bir sebebi.
- hayırdır ağabey?
(19 yaşında olmasının ve hayat tecrübesinin limitleri ne kadar olur ki bir insanın? Kendi ölçüsü ile bana o acı haberi verecek. Verecek ama öyle cümleler seçmeli ki, ben yığılıp kalmayayım o bankın üstünde...)
+ ...
- ağabey n'oldu ya?
+ şimdi biliyorsun uzay var. Yıldızlar gezegenler. Yani dönüyor devrini tamamlıyor. bitiyor neticede değil mi? aynı mevsimler gibi. Kar yağıyor. Sonra kardan adam yapıyoruz gibi. Sonra kar kalkıyor. Güzel ama bitiyor işte. onun gibi aynı.
(o kadar dağıttı ki, toparlanacak gibi değil.)
- ağabey?
+ beysar...
...
işte bu noktada cümleler kifayetini yitiriyor belli ki. Hayat boş, hayat anlamsız bana bakan gözlerinde. Can gitmiş. "ök" ayrılmış aramızdan. Ne tasavvur eder ki bu tarifsiz sancıyı. Hayat adına tüm beklentiler manasız kalıyor o vakit. Tüm sevdiğin çizgi filmler, cebindeki tasolar, misketlerin, onun kız arkadaşı ve sevdiği ne varsa o an'a kadar... Her şey bomboş.
Annen, dedi. Vefat etti.
Tepki veremedim. Daha doğrusu vefat ve anne kelimesini yan yana idrak edemedim. Sanki ortak yaptığımız planlardan herhangi birinin babamız tarafından veto yemiş halini anlatıyordu. ne demek ki annen vefat etti. Hem anneler ölmez ki?
Sonrasında zurnaları saldı abim. bildiğin sessiz sinema. sessizce ağlıyor, ama yüzü renk vermeden eve doğru yürüyorduk. Benim yüzümde bir memnuniyetsizlik havası, ama ağlamak için henüz erken. henüz annemin yokluğu hissedecek an'ı anlayamamıştım.
cenaze merasimi, kalabalık. tuhaf bir dünya'nın penceresinden seyrettim. tabut eller üzerinde taşındı, dualar okundu, defin yapıldı. aile meclisi, akşamında hep beraber evin içine doluştuk. nasıl denk geldiyse salonun ortasında amcamın önündeydim dizlerimin üstüne oturmuş vaziyette. amcam da dizlerinin üstüne oturmuş tam karşımda, o aklımdan gitmeyen siyah deri montunun içine büzülmüş vaziyetteydi.
o nasıl bir mutlak sessizlik. kulakları çınlatıp sağır eden sessizlik. odanın kasvetine bürünmüş, düşünceler yitirilmiş, göz göze gelinemeyen, pamuğun içine daldırılan tırpanlı topuz misali ömrümden ömür götüren zalim sessizlik...
amca, diyebildim. yüzünü kaldırdı, baktı. o yüz ki, acının resmi. çaresizliğin en namert olanı..
ağlamadım. sadece bir kez hıçkırdım. ve amcamın dizlerine kapaklandım. sonra amcam da benim üstüme. hepsi o kadar ve hatırlayabildiğim...
Yaklaşık 18 yıl sonra...
Elbette geçen zaman anne özlemini defalarca yüzüme vurdu. Hiç ummadığım, hiç tahmin etmediğim anlarda yakaladı hem de. En zor ve asla hafızamdan silinmeyecek olanı, sevdiğim, daha sonra evlenmeye karar verdiğim kızın bu hikâyeyi dinledikten sonra, "keşke tanıyabilseydim" diyecek olmasıydı.
Kızımız olursa şayet, dedi. Adını verelim. Hatırası yaşar, o da sevinir.