hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri, sabah uyanınca aynaya bakmak.
banyoya gidersin, elini yüzünü yıkarsın. kafanı kaldırdığında gerçek yüzün seni karşılar. herkesten önce. diğer bütün acı gerçeklerden önce. her günün başında, bu acı gerçeklerin en kuvvetlisiyle birdenbire yüz yüze gelmek... bence haksızlık. bildiğin. ya da maça bir-sıfır geride başlamak daha ilk dakikadan... nasıl adlandırırsan artık.
banyoda kaçınsan kendinden... yatak odanda kaçınamazsın. orda da bi şekilde elinden kurtulsan.. salonda yakalar seni. benim evim.. salonum... oldukça natüralisttir. neysen onu göstermekte üstüne yoktur. her yerinde ayna vardır çünkü. rahmetli dedem, kendini pek severdi. mümkün olan her dakika aynalarda kendini süzerdi. o da narsist-natüralist bi çizgide tamamladı hayatını. hatta.. vefat etmeden birkaç gün önce hasta yatağına bir demet nergis götürdüm. adam can verirken benim tek derdim ironi yapmaktı. anlamadı tabi. teşekkür etti çiçekler için.
şimdi ben de böylesine yüksek sayıda aynanın bulunduğu bir evde yaşıyorum. sökmedim onları. neden? zevk mi alıyorum hoşlanmadığım benliğime bakıp da kendimi üzmekten? belki. ama anneannemin de bu konuda etkisi vardır diye düşünüyorum. dedemin hatırasına zarar vermek istemedi. "ev olduğu gibi kalsın" dedi. ben de evlerinde para vermeden fütursuzca kaldığım için, itiraz edemedim.
dedemin kendine olan hayranlığından daha fazladır anneannemin ona hayranlığı. nasıl oluyosa artık.
gün içinde yaşadığım ikinci zorluk makyaj yapmak. makyaj... "makyaj bir kadının ustası olması gereken en değerli sanattır." derdi annem hep. "var olan potansiyeli ortaya çıkarmaktır." "peki potansiyel yoksa ne olacak?" dedim anneme bi keresinde. cevap vermedi.
benim saçlarım siyah. gözlerim yeşil. ama hiç güzel bi yeşil değil. tenim bembeyaz. hastalıklı gibi. dudaklarım... çizgi halinde kalıyor yüzümde. dudaktan çok özenle yarılmış kağıda benziyor burnumun altı. haa burnum... burnumdan hiç bahsetmiyorum. o ayrı bi çirkin.
böyle bir tuvali varsa bir ressamın... ne kadar güzel bir resim yapabilir? söylesenize bana. boyaları çok kaliteli de olsa, kendisi dünyanın en iyi ressamı olsa... elinden ne gelir? her gün, yüzeyi bozuk bir tuvalle gün ortasına bir şaheser çıkarmaya uğraşan ressamın psikolojisini düşünebiliyo musunuz? ben düşünebiliyorum. tahmin edebiliyorum. hissedebiliyorum. yaşabiliyorum.
işin başka bi tarafı, çirkin olduğum halde insanların, bazen param olduğu için, bazen sevgilisi olduğum için, bazen de sırf beni kırmamak için: "güzelsin" demeleri. "güzel değilsin ama seksisin", "sempatiksin", "şirinsin" ifadeleri de kar etmiyor bana. yüz yılın kandırmacaları bende işlemiyor. adamın biri de çıkıp "çok çirkinsin ama paran var. takma." dese yemin ederim evlenicem onunla. ömrümü geçiricem beraber. tabi kendisi de kabul ederse.
işte yine oturdum aynanın karşısına. iki kat fondoten sürmüşüm yüzüme. sonra bazı yerlere kapatıcı... vichy'den. üstüne pudra. catherine arley den. hah.. biraz yüzüme bakmaya cesaretim oldu şimdi. fara geçiyorum.. gözlerim soluk yeşil ya.. yeşil far sürüyorum. nolacaksa işte.. hiç... kandırmaca. "makyaj bir kadının ustalaşması gereken en büyük kandırmacasıdır anne!" evet. öyledir.
bi saniye. giyinmeyi unuttum. yeşil bi kıyafet... madem ki yeni sevgili adayımla yemeğe çıkıcam.. özenmeli biraz üste başa. uyumlu olmalı. kandırabilmeli. siyah saçlarım zümrüt yeşili kıyafetimle çok iyi mi gidiyodu neydi? eski sevgilim öyle diyordu.
eski sevgilim... nedense unutmak için uzun süre çaba harcadığım... ve nedense hala unutamadığım... ayrılmadan önce çok kavga ettik onunla. çok bağırdı. çok yaraladı. ve ben hiç bağırmadım. ama daha çok yaraladım. biliyorum.
hiçbir lafı değil de ayrılmadan önce hakkımda yaptığı bir tespit çok koydu bana. yaşama tutunduğum en önemli silahımı sorgulamama sebebiyet verdi.
"sen" dedi. "makyaj yapınca çirkinleşiyosun resmen. bırak. kapatma kendini bu kadar."
makyajlı halimi çirkin buluyosa maskemin altındaki benden tiksineceğini düşündüm. saniyesinde ağlamaya başladım. izin istedi benden. makyajsız bi şekilde beni görebilmek için. izin vermedim. makyaj beni çirkinleştiriyomuş. aslında sadelik daha yakışırmış bana! haha! şaka bu. ne malum? benim sabah yataktan yeni kalkmış halimi biliyo musun sen? bilsen durur musun yanımda? sever misin? yine böyle... dokunur musun bana?
oyundan ibaret değil mi her şey? makyaj kadınların silahı... erkekler silahlı kadınların yanında silahsız gibi görünen fedailer. her şey görünüm. her şey imaj. her şey kabuk. maske. sahtelik. boya. rötuş. gölge.
makyajla olduğundan daha çirkin görünen gereksiz bir kadınım ben. dünyanın en şanssız kadını. en önemli sanatımın hükmü kalmamış. esamem okunmuyor. aynanın karşısında saatler geçirmek bile avutmaz artık beni. kendimden başka hiç bir şeyim yok. tuvalim yok. ilhamım yok.
yine de aynanın karşısında tamamlıyorum makyajımı. son değişiklikleri de yapıyorum yüzümde. şöyle bir bakıyorum aynaya son kez.. evden çıkıcam... telefon çalıyor... yok.. mesaj gelmiş. ondan. hayatımın içine eden adamdan.
"seni seviyorum. seni. maskeli kadını değil. izin ver senle olayım. başkasını sokma aramıza."
gülüyorum. sonra yine saniyesinde ağlıyorum. offf.. rimelim aktı.. bi saniye.. düzeltiyorum. tekrar rimel sürüyorum. bobbi brown'dan. tamam.
aynaya bakıyorum. yine akmış. rimel mi bozuk? yok.. hala ağlıyorum ondan. bi süre geçmeyecek gibi bu kriz. allah kahretsin.
akan rimelim yüzümü de kirletiyor. kullandığım allığın da hükmünü geçersiz sayıyor. fondötene de nüfuz ediyor.. elbiseme işliyor. içime işliyor.
yine aynaya bakıyorum... hayatında kendini bir saniye olsun sevmemiş bir kadın olarak.. her saniye aynaya bakıyorum sanki. anlıyorum ki küçüklüğümden itibaren nefret ettiğim rahmetli dedemden farklı değilim neticede. anneannemden farklı değilim. "makyajın senin her şeyin" diyen şekilci annemden farklı değilim. değilim.
aynamı kırmak istiyorum. elimle. elim kanarsa rahatlarım belki diye düşünüyorum. aynada kan lekeleri falan.. sonra bu tip "depresyon geçiren, buluğ çağındaki genç kız" triplerine girmek istemiyorum. sıradan insanların sıradan davranışları...
oje sürmeye yelteniyorum. ellerim titriyor. oje elbiseye damlıyor. ve o andan itibaren dönülemeyecek, düzeltilemeyecek, kapatılamayacak bir hataya imza atmış oluyorum. oje lekesi geçmez.
sinirlenip ojeyi aynaya fırlatıyorum.
ayna kırılıyor. oje kırılıyor. oje kırmızı.. kan kırmızısı.. elimde kalan kırmızı oje lekeleri.. aynadan damlayan kırmızı oje. hıçkırarak ağlayan makyajı bozulmuş bir bayan. al sana aynı tablo. buluğ çağındaki genç kız. kan.
ne kadar uğraşırsam uğraşayım sıradanlıktan kurtulamayacağımı anlıyorum o an. hayatta olmaktan çekindiğim her role de ister istemez büründüğümü fark ediyorum. dedem, annem, eliyle ayna kıran genç kız... neticede hepsi benim. işime gelirse.
dur bakalım... belki çıkartırız oje lekesini. bi deneyelim. buluşmama kaldı bir saat. hallederim.
hem ruju sürmedim daha. son sözü söylemedim yani. oyun bitmedi. hiç bir şey için geç değil. öyle kolay vazgeçer miyim sandınız?? aşkolsun.