sabah sekizde başladı benim için. bir otobüs dolusu insan, marşlarla türkülerle çıktık yola. sonra devasa bir kalabalık karşıladı bizi ilk olarak, selama durdular hepimize, tek tek. herkes gülümsüyordu birbirine, kalabalıkta yanlışlıkla birbirine çarpan bedenler öfkeli değil, hoşgörülüydü. garip bir huzur ve bir o kadar da cesaret doluyordu insanın içi. herkes tanıdıktı sanki ama aynı semtte oturduğum arkadaşlarımı görünce hiç tanımadığım birini görmüş gibi de heyecanladım. saçlarına al yazmalarını bağlamış kadınlarımı gördüm, bir köşede el ele kör bir çift duruyordu, onları izledim. '77 de ölen otuz dört kişinin fotoğrafları dolaşıyordu elden ele. kalabalığın içinden zayıf, güzel bir kadın:
"ali fuat özkaş'ın resmini istiyorum, onu taşımak istiyorum ben" dediğinde ben biraz kızdım önce kendi kendime, sonra:
" hepsi ölmedi mi? ne fark eder ki isim?" dedim.
"ama o benim abim, geç kalıyoruz diye aceleyle çıktık evden. fotoğrafı evde unutmuşum." dediğinde o güzel kadın, arkamı döndüm gözümden düşen damlayı görmesin diye. utandım çünkü, sonra ben de aradım onunla ali fuat abinin fotoğrafını.
zaman geçti, kolumda babam yürüdük taksim'e doğru. henüz dört yaşında olan nisan ve güney'i gördüm yolda, el ele tutuşmuş iki kardeş koşuyorlardı kalabalığa, babaları da peşlerinden. ne kadar da güzellerdi!
anarşistler, transeksüeller, doktorlar, sendikalılar, eşcinseller, lezbiyenler, liseliler, üniversiteliler, gayler, devrimci kitleler, feministler, tekel işçileri, travestiler, avukatlar, boyacılar, anneler, dedeler, simitçiler, sucular.. rengarenkti hepsi, günlerin bize getirdiği mutluluktu artık 1 mayıs. bizlerse bahar gibi tazeydik.
iki kişiydim ben orada; bir görünenim bir de yüreğimdeki sevdiğim. biz ikimiz yüz olduk, bin olduk. biz ikimiz, siz olduk bugün.