bu söylediğimin doğru olup olmadığından hiç emin değilim ama bana öyle geliyor ki sanki hepimiz içimizde bir başkası için ayrılmış bir yerle doğuyoruz.
bir parçası kayıp bir bulmaca gibi...
hayatımızın önemli bir bölümünü garip bir eksiklik duygusu ile geçirmemiz, bazı sabahlar anlaşılmaz sıkıntılarla uyanmamız, bazen isimsiz umutlarla neşelenmemiz, sanırım o boşluğun içimizde yarattığı girdaptan kaynaklanıyor.
karşılaştığımız her kadına ve erkeğe, belki de hiç farkında olmadan, girinti çıkıntıları o boşluğun kesitlerine uyacak mı diye bakıyoruz.
elinde sindirella nın ayakkabısıyla dolaşan biri var sanki içimizde. herkese '' acaba ayakkabının sahibi bu mu? '' diyerek bakıyor.
tam olarak neyi ya da kimi aradığımızı bilmiyoruz.
bixe öğretilen bilgilerden yola çıkarak aradığımız insanla ilgili birçok olumlu özellik sıralıyoruz ama genellikle söylediklerimiz gerçeğe çok uymuyor.
sonra birden birisi hayatımıza giriveriyor.
onun sahip olduğu bir şey, belki kokusu, belki gülüşü, belki zekası, belki hayata bakış tarzı, belki aldırmazlığı, belki ihtirası, belki de kötülüğü, içimizdeki boşluğun bütün girinti çıkıntılarını dolduruyor.
ilk düşündüğümüz onunla mutk-lu ve huzurlu olacağımız.
içimizdeki boşluğun ancak iyi şeylere sahip biri tarafından doldurulabileceğini sanıyoruz.
ama gerçek her zaman böyle değil.
çoğunlukla içimizdeki boşluğa uyan parça ''kötülük'' oluyor.
bizi en çok uğraştıracak olanı arıyoruz belki de.
o insandan daha güzelini, daha yakışıklısını, daha zekisini, daha güçlüsünü, daha güvenilirini bulsak da sonunda yine bizim aradığımız sorunu ve mutluluğu bize yaşatacak olana dönüyoruz.
şeytanın bizim için hazırladığı o zehirli karışımı içmek istiyoruz.
bizi sarhoş edip bu dünyanın gerçeklerinden kopararak cehennemde ve cennette dolaştıran, o yakızı karışım çünkü.