"ne oluyor lan böyle bana" dedim hayatımda ilk kez.
karşımdan el sallayarak bana gelen oydu. gülümsüyordu. ben de gülümsedim. o gülümsemese de gülümserdim. koşup boynuna sarılasım geldi ama henüz başlarındaydık bu garip ilişkinin, olmazdı.
zaten yürümezdi bizimki, öyle diyorlardı. ne yalan söyleyim ben de öyle diyordum. aramızda kilometreler vardı, tam 579 km, aşağı yukarı 8,5-9 saat otobüsle.
kolay mıydı be canından bi parçayı her seferinde terminallerde bırakmak, arkasından el sallamaya yüreğin dayanamayıp başın önde yürüyüp evine gitmek, ayda bir görüşücez diye gün saymak, gün saymak, gün saymak... zamanın alay etmesi seninle, yavaşlaması, durması.
sadece bir öpücük için, bir çift göz için bıkmadan usanmadan kat edilen yollar, geçmeyen kilometreler, yol boyunca gözünün önüne gelip duran hayali, bekleyen taraftaysan gece uyuyamamak, gelsin artık demek. her şeyi telefonla paylaşmak, internetten görmek yüzünü, kamera karşısında ağlamamak için, onu da üzmemek için zor tutmak kendini. moralin bozuk olduğunda gidememek yanına, omzuna yatıp huzur bulamamak, kıskanmak, delice kıskanmak, onu sakınmak.
o kadar zordur her şey ama bütün bunlar onun parmaklarının ucundan çıkmış tek bir telefon mesajıyla yok olur gider, "belki de bu kadar uzak olmasaydık böylesine büyük bi aşkı hissedemezdik, bu kadar özel olmazdı seni öpmek, sana dokunmak."
ve bu şiir nazım'dan geliyor;
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekliyor beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.