noktası konmamış bir cümle

entry2 galeri
    1.
  1. "Bir yerlerden başlamalıyım ve bir şekilde tutunmalıyım hayata. Şimdi bana yarası ağır bir yürek lazım. Türlü acıları vücudunda toplamış ve bunlara tek başına göğüs geremeyen bir yürek... Sarıldığımızda tüm acılarımız birleşmeli ve beraber dindirmeliyiz hepsini. Yani şimdi bana terk edilmeye mahkûm bir yürek lazım. Kırmalıyım zincirlerini ve hiç bırakmayacakmışçasına sarmalıyım. Onu aşka mahkûm bir yüreği olduğuna inandırmalıyım. Uyuduğunda bile en güzel cümlelerimi fısıldamalıyım kulağına. Kimine göre imkânsız olsa da, imkânsızı başarmak için henüz zamanım var. Sonuçta hayatım, virgüllerle dolu olsa da, noktası konmamış bir cümle..." Bu haftaki yazısını böyle bitirmişti. Yerinden doğruldu, bir bardak su almak için mutfağa geçti. Tekrar oturacakken, müsvedde kağıtlarıyla kısa olan bacağını tamamladığı, büyük masasına çarptı. Yaşama amacının, yazdıklarının, sağa sola fütursuzca dağılışını izledi bir süre. Sonra hepsini topladı. Yegane mal varlığını dikkatlice, düzenleyerek yerine koydu.

    Saate baktı. Güneş doğmak üzereydi. Gecenin ayazında camda beliriveren su buharları, su damlaları halinde gruplaştıktan sonra camda kendi yörüngesini çizerek ilerliyordu. Çocukluğunda camın buğusunu anlamlandırdığı geldi aklına. Annesinden işiteceği binbir türlü azarı göze alıp ismini cama yazışı... Cama yazı yazarken camdan çıkan o ses hala kulağını okşuyordu. Çocukluğu çok uzağa gitmiş olamazdı zira, o her şeyi hatırlıyordu. Ama takvim... Takvim, sen artık yalnız, işe yaramaz bir ihtiyarsın diyordu.

    Hay aksi! Yine yazısını basıma vermek için çok az vakti kalmıştı. Öyküsünü bir kez daha gözden geçirdi, dosyasına yerleştirdi; siyah, uzun pardesüsünü askılıktan aldı. Pardesünün kemerini iyice sıktı, bu şekilde daha genç göründüğünü düşünüyordu. Aynaya uzun uzun baktı. "Neyse ki düzeltmek için uğraşacağım bir saçım yok. Yoksa basıma zor yetişirdi bu öykü." Diye geçirdi içinden. Pardesünün yakalarını düzeltti. Aynanın sağ üst köşesindeki siyah-beyaz fotoğrafına baktı, gülümsedi ve evden ağır adımlarla çıktı. Koşacak takati ve taksiye verecek parası olmayan bir ihtiyara göre fazla rahattı. Bu da çocukluktan kalma bir alışkanlığıydı, tıpkı sigara gibi...

    Yürürken düşünmeyi çok seviyordu. Yürürken düşündüğünde yorgun bacaklarındaki yükün hafiflediğini hissediyordu. Kaldırım taşlarındaki çizgilere basamıyordu hala. Yolu ezberlediği için artık yola bakma ihtiyacı hissetmiyordu. Zaten uzun bir zamandır gittiği tek yer dergi binasıydı.

    ilkokul yıllarını, lise yıllarını, ilk aşkını, son aşkını, doğup büyüdüğü varoş mahallesini her şeyi ama her şeyi hatırlıyordu ve bu yüzden her zaman dalıp gideceği, düşüneceği çok fazla şeyi oluyordu. Düşündükleri, özledikleri sık sık değişse de temaları hiç değişmiyordu: hayal kırıklığı ve başarısızlık. Sigarasından okkalı bir nefes çekti.

    Fren sesiyle korna sesi çok yakından geliyordu. O kadar yakından geliyordu ki sanki her şey kulağının dibinde olup bitiyordu. Gözü kararmaya başladı. Midesi bulanıyordu ve kalbinde tarifsiz bir his oluşmuştu. Nefes almakta zorlandığını hissediyordu. Bir şeyi daha hissediyordu. Türlü duyguyu bir bünyede harmanlamıştı, hepsinin tadına bakmıştı ama bu başka bir şeydi. Çok başka... Yutkundu. Gözünü açtığında çevresinde büyük bir kalabalık gördü. Herkes büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyordu. Biri, arabanın kenarına çökmüş, elleriyle yüzünü kapatarak: "ne yaptım ben?" diye boğazı yırtılacakmışçasına bağırıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Konuşacak gücü, kendinde zor buluyordu. "Kağıtlarım... Kağıtlarım nerde?" dedi. Kalabalığın içinden kısa boylu, afacan bir çocuk: "Buyur amca. Demin yere düşünce düştü elinden." Dedi. Gitgide kızaran ve rengini kaybeden gözleriyle çocuğa baktı. Gülümseyerek çocuğun yüzünü okşadı ve "teşekkür ederim çocuk." Dedi. Olanca gücüyle bağırdı: "Bu öykümü dergiye yetiştirebilecek olan var mı? Küçük çocuk direk atladı. "Ben götürürüm, nereye gidecek?" Yolu tarif etti ve cebindeki son parasını çocuğun eline verdi. "Hadi göreyim seni çocuk, herkese bu mahallede senden daha hızlı koşanın olmadığını göster."

    Gözlerini açamıyordu. Gözlerini açamamasının güneşten olduğuna kendini tam inandıracaktı ki, nefes almanın da onun için ne kadar zor olduğunu anladı. Her nefes almaya çalıştığında boğazına bir şey düğümleniyordu. Ölümü hissetmek böyle bir şeydi. Hissederek yaşamıştı, hissederek ölüyordu. Hem de iliklerine kadar... Çevresindekiler için sadece sıradan bir ihtiyar can çekişiyordu. Ama onun tarafından bakıldığında dünya yıkılıyordu. Evler, arabalar, yollar, insanlar, her şey yok oluyordu. Her şey anlamsızlaşıyordu.

    Yarım saat sonra gelen ambulans, onu sedyeye koydu. Kol saati, tam kırk yıldır boynundan çıkarmadığı yarım kalpli kolyesi ve ikinci sigarasını yakmak için eline aldığı çakmağı ayrı yerlere savrulmuştu. Yüzü ve saçları toz içindeydi. Rüzgarda uçuşan pardesüsü onu bırakmamakta kararlıydı.

    Dergiye yazılarını bırakması için gönderdiği çocuk, heyecanla ve nefes nefese kalmış bir şekilde geldi. "Yazıyı dergiye bıraktım" diye bağırıyordu bir yandan. Çocuğa baktı ve "aferin çocuk. Şimdi bir kez daha koş. Ama bu kez koşacak zamanın ve gücün varken zamanı geldiğinde hareketsiz bedeninin başında ağlayan birkaç kişi edinmek için demin koştuğundan daha hızlı, çok daha hızlı koş. Hayatın, henüz noktası konmamış bir cümleyken en sevdiklerinin yanına koş."

    Çocuk, anladım dercesine kafa salladı. "iyi uykular amca." Diyerek koşmaya, en sevdiklerinin yanına doğru koşmaya devam etti. Arkasında nedensizce kanının ısındığı, uyuduğunu sandığı yabancı ama sevecen bir amcayı bırakarak...
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük