Emile Hirsch adlı oyuncunun başrolünü oynadığı 2007 yılı amerika yapımı, Macera, Biyografi, Dram türlerindeki 140 dakika süresi olan filmdir. hikayesi gerçek olaylara dayanmaktadır.
--spoiler--
film çürümüş toplum düzeninden, sürekli birbirine zarar vermek isteyen insanlardan, kızkardeşine ve kendisine ideal bir aile sunamayan anne babasından kaçıp kendisine, kendi özüne, doğaya, vahşi yaşamın içine atan bir gencin gerçek hikayesini anlatıyor film. tabi gösterilen şeylerin ne kadarı gerçek onu bilemeyeceğim.
bu genç adamın adı chris. chris üniversiteden mezun olduktan sonra anne babasına haber vermeden bütün kartlarını ve parasını yakarak evden ayrılır. yanında sadece kocaman bir sırt çantası ve yolculuğunun başlarında kullanacağı bir araba vardır. yolculuğunda gitmek istediği yeri bazen "nowhere" bazen de "alasca" olarak söyleyen genç yolculuğu sırasında bir çok insanla karşılaşır. bunların arasında 16 yaşında olduğunu söyleyen tracy karakteri ile karşıaşır ki kendisini Kristen Stewart oynamaktadır. bu da film de hoş bir ayrıntı. gerçi rolü kısa. ayrıca yolculuğunda bir tane hippi çift, bir tane yaşlı adam (ailesni kaybetmiş), bir tane kopenaglı çift (aklıma direkt olarak galatarasarayım'ın uefa kupasını aldığı şehir olarak canlandı kopenhagen) ve bir tane de tahıl işinde çalışan adamla karşılaşır. bunların bazılarının yanında çalışır. bazılarına da ilham olur. onlarla güzel muhabbetler kurar ama yanlarına kök salmaz.
chris'in yolculuğu sırasında müthiş doğa manzaralarıyla da karşılşaşırız. amerikanın uçsuz bucaksız topraklarında gezintiye çıkarız adeta. bana mı özel bilmiyorum ama bu yolculuk, bu özgürlük, bu topulmdaki sorunlardan kurtulma bana "ulan benim ne boktan bir hayatım var? keşke ben de bu adam gibi yaşasaymışım." dedirtti. insanın içi gidiyor bu filmi izlereken chris'in yaşam tarzına. yani bir nevi gaza getiriyor izleyiciyi (en azından beni) sırt çantası alıp, vahşi yaşamın ortasına atlayıp, herşeyi geride bırakmak için.
chris'in seçtiği bu yaşam tarzı üzerine herkes farklı düşünebilir ama bence haklı bir yaşam tarzı. sadece ailesine özellikle de kızkardeşine karşı haksızlık, bencillik yaptığını düşünüyorum. en azından kardeşiyle irtibata geçebilirdi diyorum. ayrıca insanları sevmediğine katılmıyorum. sadece doğayı insanlardan çok seviyor. insanlar hakkında sevmediği şey şehirlerde kurdukları düzen.
ayrıca yaptığı bir hata daha var ki doğanın ortasına dal daşşak atlarken hazırlıksız yakalanması. doğa'da yaşamla ilgili bilgi almak için sadece bir tane kitaba güvenmesi. bu da onun sonu oldu. gerçi bu konuda çeşitli mantık hataları da var sanırım. ya da gerçek chris'in yaptığı hatalar. nehri geçemeyince neden nehir kıyısından yürüyüp yeni bir geçit bulmayı denemedi? adam bütün amerikayı dolaştı, nehir kıyısında yürümeye üşendi. çok enteresan gedli bu bana.
film'De babanın yolun ortasında diz çöktüğü sahne, chris'in yavruyu görünce annesini vurmaktan vazgeçtiği sahne, ayı ile chrisin (ve baykuş ile) karşılaştığı sahne ve gökyüzündeki ışıkla ilgili olan iki sahne (biri flmin sonu)filmde aklımda kalan en güzel ve ilginç sahnelerdi.
--spoiler--
kısacası sizin hayata bakışınızı değiştirebilen bir yaşamı anlatan çok güzel bir film diyebilirim into the wild için. izleyin izlettirin. tek eksisi olan aşırı uzun süresine katlanabilecekseniz tabi.
"There is a pleasure in the pathless woods,
There is a rapture on the lonely shore,
There is society, where none intrudes,
By the deep sea, and music in its roar:
I love not man the less, but Nature more"