uludağ sözlük öykü festivali

entry35 galeri
    18.
  1. Mutlu Bir Hayat
    Londra Heathrow.
    Burası Londra'nın en büyük hava alanıdır. Uçaklar ardı arkası kesilmez büyük uğultularla giderler. Ama havaalanın içindeki uğultuyu kahkaları hasretli konuşmaları bastırmaları mümkün olmaz. Yağmur başlayalı beş dakika oldu, ama saatlerdir yağıyormuş gibi dışarıda su birikintileri çoktan oluşmaya başladı. Tolga'nın büyük para ödeyip aldığı takım elbisesi lanetler savurduğu bir su birikintisine, dikkatsizce bastığı için mahvolmuştu. Acele etmese başına bunlardan hiç biri gelmeyecekti, ama Yeliz'i kapıda o kadar çok beklemişti ki geç kalmışlardı. Bir ara onu bırakıp gitmeyi bile düşündü, fakat hemen bu saçma fikri kafasından uzaklaştırmak zorunda kaldı. Öğrencilik yılları geldi aklına Yeliz'le ortaokulda tanışmışlardı. O kumral saçlı yeşil gözlü 1.75 boylarında güzel bir kızdı. Tolga esmer siyah gözlü ve Yeliz'le ortalama aynı boylardaydı. Tolga ve Yeliz çok sıkı iki dost olmuş birbirlerini hep kollamışlardı. Ama lise yıllarında farklı yerlerde okumak zorunda kalmışlardı. Buna rağmen bu iki arkadaş üniversite eğitimlerini yurt dışında, aynı şehre denk getirmeyi başarmışlar ve aynı evi paylaşmışlardı. Yeliz okulunu bitirip genç bir cerrah olmuş ilk senesinden itibaren işine daha çok severek sarılan kız, merakı sayesinde hep daha fazla yeni şeyler öğrenmeyi başarmıştı. Dördüncü senesinde adını birçok uzman cerrah duymuş, ingiltere'nin ünlü tıp dergisi The New Scientist onun hakkında bir makale yazmıştı. Yabancı bir ülkede adını duyurmak insana daha çok daha fazla onur vermişti. Sonuç olarak iş hastası başarılı genç bir kız olup çıkmıştı Tolga ise hayallerinin peşinden koşmuş ve polis olmuştu. ingiliz cinayet masasında çalışmaya başlamıştı. Fakat aradığını bulamamış, emir almaya da vermeye de dayanamaz olmuştu. Tek çalışmak onun kanında vardı, bu yüzden özel müfettiş olarak çalışmayı kafasına koymuştu gerekli izinleri Türkiye'den en kısa zamanda alabileceğini düşünüyordu. Yeliz'de Türkiye'ye dönmek istemiş burada aldığı maaşa göre daha az alacak olsa bile ailesine özlemi ağır basmıştı Hazırlanıp aşağı indikten sonra, Tolga'nın alev püsküren surat ifadesiyle karşılaştı. Genelde duygularını anlamak pek mümkün değildi ama uzun yıllar tanıdıktan sonra her şey daha kolay oluyordu. Söylenerek Yeliz'e kapıyı açan adam arkadaşını koltuğa oturana kadar bekledi. Bu arabayı almak için çok uzun sure sabretmişti. Eski model bir BMW almış arabada sık sık sorun çıkarmıştı. Ama yinede bu arabayı seviyordu. Uçakları akşam saat 11'de kalkacaktı ve saat 8 olmuştu. Daha Tom'u alıp o trafiğe dalmak zorundaydılar. Bilette 10'da orda olmaları gerektiği yazıyordu. Pencereden dışarıyı seyreden kız:
    -Bu kadar hızlı gitmek zorunda mısın? Diye sordu ve sorduğundan anında pişman oldu.
    Bütün yol boyunca Tolga onun hazırlanmasından, beklemekten şikayet edip durdu. Yarım saat sonra Tom'un evindeydiler. Tom departmanda tanıdığı en dürüst çocuktu ve arkadaşım diye bileceği tek polisti. Ona her konuda güvenirdi arabasını Tom'a vermeyi teklif etmişti. Tom bunu kabul etmemiş fakat Tolga'nın ısrarına karşısında arabayı fiyatının altında da olsa para ödeyerek almıştı. Tom biraz sıkkın bir şekilde:
    -Hemen çıkıyor muyuz?" diye sordu
    Tolga'da dışarıdaki havaya bakarak evet anlamında kafasını salladı.
    Şimdi hava alanında ki uğultuya onlarda karışmıştı Tom'la uzun uzun vedalaştıktan sona dış hatlardaki mağazaları dolaşmışlar. Bütün mağazaları ezberlemelerine rağmen hala yarım saatleri verdi. Ve bu sefer sinirlenme sırası Yeliz'deydi.

    -Biraz daha dolaşırsak uçağa binmeden öleceğim ve bunun tek sorumlusu sensin. Sayende saatlerdir buradayız. dedi.
    Ve oturmak için uçağın kalkacağı bölüme bakan sandalyelerden birine kendini bıraktı. Tolga da onu taklit etti. Uçakların kalkmasını seyrederek zaman geçirmeye çalıştılar. Ve sessizliği bozan Tolga, havayı yumuşatmak için ailelerden konu açtı. Bir yandan da pantolonundaki çamur lekesini siliyordu. Artık uçaklarının kalkmasına az bir zamana kalmıştı. Kapı açılmış hostesler biletleri kontrol edip yavaşça yolcuları içeri alıyordu. Biletleri kontrol edildikten sonra iki arkadaş içeri girdiler ve onlara ayrılan yerlere oturdular. Yağmur hızını kesmişti. Buraya belki de uzun bir sure hiç gelmeyeceklerdi. Ama içlerinde derin bir üzüntü duymuyorlardı, daha çok ailelerini görecek olmanın mutluluğu çökmüştü üstlerine. Dört saat sonra istanbul Atatürk Havaalanı'ndaydılar.
    Onların bu sıkı arkadaşlığı ailelerine de yansımış iki ailede sık sık görüşür olmuştu. Havaalanında hasret giderdikten sonra geceyi ailelerinin yanında geçiren çift Pazar gününe gözlerini açmıştı. Sabahın ilerleyen saatlerinde beraberce edilen kahvaltıdan sonra Londra'da kaldıkları sürede başlarından geçenleri anlattılar ve üç saati de böyle geçirmişlerdi. Akşamüstü herkes evlerine dönmüştü.
    Tolga üniversiteyi kazandıktan sonra babasına zorlamayla da aldırdığı ve uzun zamandır göremediği eski eviyle hasret gidermiş, uzun uzun evi seyrettikten sonra valizini koltuğun yanına atıp odasına çıkmak için koltuktan kalkmıştı. Yürürken gözü büfenin üstünde duran resme takıldı. Geçen sene izine geldiği zaman ailesiyle çektirdiği fotoğrafa ve kendine baktı. Polis olduktan sonra idmanlardan, spordan katillerin hainlerin peşinden koşmaktan yüzünde sanki gördüğü olaylara tepki gösteren sert çizgiler oluşmaya başlamıştı. Yüzü gülüyordu belki ama bitkin gözleri yaşadıklarının özetini veriyordu ona. Kısa polislik hayatını ele veren en önemli şeydi. Sonra vücuduna baktı, zorluklara kendini siper eden inatçı bir adamın dış görünüşüydü bu. Ve ailesi, zamanla onlara da yılların izleri kazınmıştı. Resimden gözünü ayırıp erkenden yatmak için odasına yöneldi. Genç cerrahsa o sırada valizinden eşyalarını çıkarmaya başlamıştı. Özenle ütülenmiş kıyafetlerini dolabını koyuyordu. Daha kitapları yerleştirmesi gerekiyordu.
    -Anne bana yardım etmeyi düşünmen gerekiyor sanırım. Sesinin bitkin çıkmasına özellikle dikkat etmişti. Bazı şeyler yıllar geçse de değişmiyordu.
    -Tatlım bu kadar eşya almak zorunda mısın sanki?
    Annesiyle beraber eşyalarını toplarken küçük köpeği de onları izliyordu. O köpeği çok severdi, ingiltere'de kaldığı zamanda en çok özlediği şeylerden bir tanesiydi. Annesi son kitabı rafa koyarken Yeliz saate baktı yediydi, hava iyice henüz kararmaya başlamamıştı. Shiba'yı alıp gezdirme fikri yinede onu cezp etmişti. Shiba kopeğinin ismiydi bu ismi okuduğu bir kitapta görmüş ve köpeğine bu ismi vermişti. Hem uzun zamandır köpeğini görmemişti, bole şeyleri yapmaya hasret kalmıştı. Annesine çıktığını haber verdikten sonra dolaşmaya başladılar uzun bir yürüyüşten sonra güneş sanki toprağa gömülmüş ve tamamen batmadan önce son gücüyle ışıklarını Yeliz'in ayaklarına ulaştırmaya çabalıyordu. Rüzgâr toprağı yalıyor havada yavaş yavaş soğuyordu. Eve dönme zamanı gelmişti. Dönüş yolunu onun keşfettiği eski bir patikadan yapacaktı. Evleri istanbul'a tepeden bakan henüz yakılıp yıkılmamış ormanlık alanın yanındaydı ve çocukluk yıllarında buradaki patikayı tesadüfen bulmuştu. Bu onun keşfiydi. Küçükken de eve geç kaldığı zamanlarda hep buradan geçerdi deniz ve ormanın, mavi ve yeşilin buluştu bu yeri, ağaçlık alanı çok az kişi bilirdi. Bunların biride Tolga'ydı. istanbul'un sayılı yeşil kalmış yerlerinden biriydi ama burada yıllar geçtikçe, daha fazla küçülmüş çevresini binalar kuşatmıştı. Ormanın içinden geçerken hafif bir açıklık ve aşağıda ona göz kırpan maviliği gördü sanki bir çarşaf gibi serilmişti. Marmara Bölgesine ismini veren deniz, zamanında dev savaşlara tanıklık etmişti, Marmara Denizi... Maviliğin üstünde yüzen Kız Kulesi'nin o masum ihtişamını seyretmek için yürüyüşüne kısa bir ara verdi. istanbul'un buram buram tarih kokan kokusunu içine çekti. Hayranlıkla denizi seyrederken birden Shiba'nın havlamasıyla kendine geldi.
    Gördükleri gerçek olamazdı karşısında lisenin son sınıfında kendisine arkadaşlık teklif eden Suat vardı. Gençliğinde getirdiği bencillikle çocuğu reddetmiş, bunu yaparken de alay etmekten kendini alamamıştı. O zamanlar yüzünde sivilceler dolu, kendine özen göstermeyen içine kapanık bir çocuk olan Suat. Aradan geçen senelerle kendini eğitmiş yapılı uzun boylu bir genç adam olup çıkmıştı. Şimdi ise karşısına dikilmiş siyah gözleriyle adeta Yeliz'in şaşkın bakışlarını delip geçiyordu.
    Yeliz onu reddettikten sonra depresyona girmiş önce okulu bırakmıştı. Babasını 10 yaşında kaybeden Suat'a hayat iç müsanma göstermemişti. Okulu bıraktıktan sonra annesinin işten çıkarılması üzerine eve yardım etmek için bir işe girmiş, birkaç ay devam etmiş başarılı olamamıştı. Kısa süre sonra işi bırakıp mahallenin ağabeylerinin yanında dolaşmaya, onlara çıraklık yapmaya başlamıştı. Önce küçük işlerle başlamış ardından uyuşturucu kuryeliği yapmış bu işten çok iyi para kazanmaya başlamıştı. Kuryelikten kısa süre sonra uyuşturucuya başlamış, para bulamadığı bir gün annesiyle kısa bir tartışmadan sonra bütün parayı alarak evi terk etmişti. Annesi ise geçirdiği sıkıntılı günlerin üzerine beyninde kötü huylu bir tümör olduğu haberini almıştı. Suat bu haberi duymuş bunun acısını yüreğinin her santiminde hissetmişti. Ne annesinin ameliyatını karşılayabilecek parası ne de ayakta durabilecek gücü kalmıştı. Bütün bunların nasıl başladığını düşündü. Eğer okulunu bırakmasaydı şimdi bambaşka bir yerde olabilirdi. Her şeyin tek bir sorumlusu vardı, Yeliz. intikamı her hücresinde hissetmiş yıllar boyunca o gün için hazırlık yapmıştı.
    Artık intikamı çelik zırhlı bir kaplandan farksızdı. Sonra o haberler geldi resmini gazetede görmüştü. Başarılı cerrah, ülkesine dönüyordu. Şimdi karşısındaydı yıllardır beklediği an gelmişti. Bütün bunları düşünürken onu kendine getiren Yeliz'in sesi oldu.
    -Suat ne işin var burada? Gülümsedi genç adam.
    Tüylerinin ürperdiğini hissediyordu Yeliz.
    -Sana bir hediye getirdim.
    O sırada Yeliz kendisini güvende hissetmiyor. Tolga'yı aramak için içinde yanıp tutuşan isteğe engel olmadı elini telefonuna götürmüştü hızlı arama tuşuna basmıştı ki. Duyduğu ses karşısında istemsiz bir şekilde başını kaldırdı. Güçlü adam elleriyle, küçük köpeğini öldürmüştü. Köpek son kez acı dolu bir ses çıkarmıştı. Ardından cansız bir şekilde yere düşmüştü. Yeliz'in gözlerinden ince bir damla yaş süzülmüş, hıçkırığı boğazında takılı kalmıştı. Adam bu durumu fırsat bilip belinden silahını çıkarmış ve Yeliz'in omzuna ateş etmişti. Şimdi her şey kararmaya başlamıştı. Ölüyor muydu hiç kan yoktu? Garip bir durum vardı, hiçbir silah sesi de duymamıştı. Omzuna baktı bunun hayvanları bayıltmakta kullanılan uyuşturucu bir iğne olduğunu anladı. Başı yavaşça toprağa doğru kaydı, gözleri iyice karardı. Artık hiçbir şey görmez olmuş ve vücuduna yayılan uykuya teslim olmuştu.
    Israrla çalan telefon sesiyle gözlerini açtı. Arayan Yeliz'di.
    -Efendim Yeliz? Dedi.
    Gelen cevapsa sadece sessizlikti. Telefonun Yeliz'in farkında olmadan kendisini aradığını sandı. Elini kapat tuşuna götürüyordu ki, bir adamın sesini duydu. Adam belli ki başka biriyle kendi telefonunda konuşuyordu.
    -Kızı aldım geliyorum. Benimle Gazi Caddesi girişinde yarım saat sonra buluş. Arabayla gel.
    Diğer adamın ne söylediğini duyamıyordu ardından az önceki adam tekrar cevap verdi.
    -Ormanın içinde buldum, düşündüğümden kolay oldu.
    Bu olanlara anlam vermeye çalışırken telefonun zayıf pil uyarısı ve ardından kapanmasıyla, ev telefonuna sarıldı.
    Birinin kendine şaka yapmış olmasına dua etti. Yeliz'in evini aradı açan annesiydi, kızının bir saat önce yürüyüşe çıktığını ama hala eve gelmediğini söylüyordu. Kadına polise haber vermesini Yeliz'in kaçırılmış olabileceğini ve kendisinin ona aramaya gittiğini söyledi. Ardından annesini arayıp kadınla ilgilenmesini istedi.
    Polis duruma müdahale edene kadar adamlar çoktan izini kaybettirmiş olacaklardı. Evine dönerken babası ona kendi arabasını vermişti. Şimdi bunun için babasına bir kez daha babasına teşekkür etti, evden aceleyle çıktı. Gazi caddesine evi çok yakındı buluşma yerine beş dakika daha erken gitmeyi başardı. Şüpheli birilerini beklemeye başladı beş dakika sonra caddenin diğer ucuna eski bir kamyon yanaştı. Arabadan inen adam arka kapıyı açtı. Sarışın kendisi kadar vücutlu bir 1.80 boylarında bir adamdı bu. Ardından kamyonun arkasında bir araba daha durdu. Arabadan inen adamsa çok daha cılız biriydi. Büyük siyah bir poşet, göz açıp kapayıncaya kadar diğer arabanın arka koltuğuna konulmuştu bile. Kamyondan inen iri kıyım adam ve diğer cılız adam hareket etmişlerdi bile. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki insanın hiçbir şey anlaması mümkün değildi. Ama polislik yapmanın getirdiği deneğimle o torbanın içinde Yeliz'in olduğuna Tolga'nın hiç şüphesi yoktu. Onun sadece bayıldığını umuyordu, şuan için kötü düşüncelerin aklında yeri yoktu. Adamları şehir dışına kadar takip etti. Telefonu kapalı olduğu için bu olayda yalnızdı. Ayrıca silahını Londra'da bırakmak zorunda kalmıştı. Arabaları yolun sağından göl kenarına inen sapağa girdi. Tolga dikkat çekmemek için yola devam etmişti. Biraz ilerde arabadan inip yayan olarak ilerlemeye başlamıştı. iki adamı göl kenarında ıssız bir eve girerlerken gördü. Bu sırada tahminlerinde yanılmamış olduğunu anladı poşetteki Yeliz'di. Adamlar arabanın içinde, kızı boğulmaması için torbadan çıkarmak zorunda kalmıştı. Ama Yeliz baygın olmalıydı hiç kıpırdamıyordu. içini kaplayan öfkeye teslim olmamaya çalıştı. Eve görünmeden yaklaşmaya başladı. Başı çok ağrıyordu. Gözlerini yavaşça açtığında neler olduğunu hatırladı. Şimdi bulunduğu yer çok farklıydı sert ve soğuk bir zemindeydi. Elleri ve ayakları bağlıydı, birden görüş açısının içine iki tane ayak girdi kafasını kaldırıp baktığında Suat'ı ve yarı çıplak vücudunu gördü. Göğsünün ve sırtının tamamı anlamsız şekiller ve sembollerle kaplıydı. Kendini eski zamanlarda ki ayinlerin ortasında olan bir kurban gibi hissediyordu. Başka bir adam daha vardı. Yiyecek bir şeyler almak için dışarı çıktığını söyledi Suat'a ve gitti. Bu sırada Yeliz:
    -Neden? Diye sordu.
    Tek amacı zaman kazanmaktı başka yapabileceği hiçbir şey gelmiyordu aklına. Adam, kızın onu aşağılayıp reddettikten sonra olanları anlattı. Ardından:
    -Beni öldürecek misin? Dedi kız.
    Adam cevap vermedi. Yanında getirdiği bir paket uyuşturucu ve şırıngayı aldı. Ve arka tarafta, kızın mutfak olarak tahmin ettiği oda da gözden kayboldu
    Kendini kötü hissediyordu kız, midesi bulanıyordu. Tekrar ağlamaya başlamıştı. Bu sırada adamın pencereye yöneldiğini gördü, adam bir süre dışarıya baktı. Sonra tekrar arka odaya girdi. Artık onu göremiyordu, durumu fırsat bilerek çığlık atmaya başladı. Bağırdığı sırada birden arkasındaki cam kırıldı. Bu imkânsızdı Tolga buradaydı. Onu çözmeye çalışıyordu.
    Tolga ona adam nerde dedi. Ama Yeliz konuşamıyordu, dili tutulmuştu sürünerek kaçmaya çalışıyordu ve ağlıyordu. Kapıdan çıkarken Yeliz diğer cılız adamı yerde gördü. Tolga birkaç dakika öncesini düşündü. Dışarıya çıkan adamın arkasından dolaşmış evin arkasından bulduğu odunla adamın kafasına vurarak adamı bayıltmıştı. Ardından adımın cep telefonundan polise haber vermişti. Polisi beklerken, içerden Yeliz'in çığlığını duymuş dayanamamış içeri girmişti. Diğer adam içerde yoktu. Kendisini görüp kaçtığını düşünmüş, duygusal davranarak evi kontrol etmeden Yeliz'i kurtarmaya girişmişti, ayaklarındaki ipi çözmüştü bile. Suat hazırladığı uyuşturucuyu, bayıltıcı silaha koymuştu. Yeliz adamı fark etmişti, Tolga ise o sırada adama arkası dönük Yeliz'in ellerini çözmeye çalışıyordu. Son gayretiyle Suat Tolga'yı vurmadan, adamın ayaklarına tekme atarak adamın dikkatini dağıtmış ateş etmesini engellemişti. Tolga tekrar kalkmak üzere olan adamın üzerine atladı silah bu sırada evin sağ tarafında bulunan ahşap masanın altına gitti. Boğuşma sırasında Tolga gücünün avantajıyla adamı etkisiz hale getirmeyi başarmıştı, ama Suat sokaklarda yaşamayı öğrenmiş bir adamdı. Kolay kolay pes etmezdi bütün gücüyle çırpınıyordu. Sonunda Tolga'nın altından kaçtı 2 adam aynı anda silaha uzandı. Bu sırada adamlardan birisi tetiğe bastı. Şimdi iki adamda sessizleşmişti. Odada sadece uzaktan gelen polis sirenleri ve Yeliz'in çağresiz hıçkırıkları vardı. Suat yere yığılmış, hareketsiz yatıyordu. Yeliz için hazırladığı yüksek doz zehir kendi vücuduna girmişti. Tolga'ya döndü kız, elleri titriyordu. Uzaktan polislerin siren sesleri geliyordu. Birazdan burada olacaklardı. Evden çıktılar, kız adama sarılmıştı. Bu sırada Tolga bir şey fark etti diğer cılız adam kaybolmuştu. Bunu düşünürken sırtında bir acı hissetti. Arkasını dönüp adama vurdu. Adam sersemlemişti, tekrar saldırmak üzereyken bir düzine polis adamın etrafını sardı. Tolga yere yığıldı. Yeliz ilk müdahaleyi yapıp daha fazla kan kaybetmesini önlemeye çalışıyordu. Tolga'yı kurtarmak için çaba harcarken artık az öncesi kadar korkmadığını fark etti.
    istanbul'a dönüşleri nasıl böyle bir kâbus haline gelmişti? Sağlık ekipleri Tolga'yı ambulansa aldı. Suat ölmüştü. Artık kız ağlamıyordu, artık hiç bir şey hissedemiyordu. Tek istediği bu geceyi atlatabilmekti.
    O akşam çok uzun süren bir ameliyat sonunda Tolga kurtulmuştu. Yeliz'de ameliyata girmiş elinden ne geliyorsa yapmıştı. Kısa zamanda eskisi gibi olabilecekti. Yeliz ise toparlanmaya başlamıştı profesyonel yardım almayı reddetmişti. Hep güçlü bir kız olduğunu düşünmüştü artık bunu kendine ispatlayabilirdi. Tolga hastanede gözleri açtığında ilk olarak yanına Yeliz'i çağırmış ve onu sadece arkadaşı olarak görmediğini onu sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini itiraf etmişti. Yeliz ise önce buna çok şaşırmış çünkü o zaten yıllardır bir tek Tolga'yı sevmiş ama onun kendisini sadece dostu olarak gördüğünü sanmıştı. Teklifini kabul etmişti. Suat ölmüş suç ortağı da hapse girmişti. Yeliz Suat'ın annesiyle tanışmış kadın ölüm haberini duyduğunda yıkılsa da oğlunun bunu hak ettiğini söylemişti. Yeliz kadını Londra'ya davet etmiş beynindeki tümörü başarılı bir operasyonla almıştı ve hayatının geri kalanı için elinden gelen rahatı sağlatmaya çalıştı. Çift evlenmiş ve Londra'ya geri dönmelerinin daha iyi olacağına karar vermişlerdi fakat bu sefer aileleri ile beraber dönmüşlerdi. Herkes Türkiye'de yaşadıklarını unutmaya çalışmış, çift aileleri ve evlilikleriyle ömürlerini dolu dolu, mutlu bir hayat geçirmişlerdir.
    -son-

    Hatalar için uyarılarınızı bekleriz efendim.
    imla hataları düzeltildi.
    0 ...