uludağ sözlük öykü festivali

entry35 galeri
    14.
  1. en güzel oyuncak

    ben sizlerden biriyim. her insan gibi dünyanın bir kenarından tutunmaya çalışan, didişen ve cebelleşen bir insanım.
    babam ve annem birbirlerini çok severek evlenmişler. öyle anlatırdı annem. o küçük yuvamızda daha ben dünyaya ilk adımımı atmadan sorunlar baş göstermiş. yaşadıkları zor şartları bilerek beni dünyaya getirmek istemişler. çünkü onlar için bir evlat, tüm yoklukları unutmakmış aslında. çocukluğum, hatırladığım kadarıyla tek kelimeyle darmadağın bir çocukluktu. kahkahadan uzak bir çocuk düşünebiliyor musunuz? tek oyuncağı "yokluk" olan bir çocukluk. sakın annemin ya da babamın kötü biri olduğunu düşünmeyin! onlar da çok isterdi beni güldürmek, eğlendirmek ve bana güzel oyuncaklar almak. ama yeri geldiğinde aç yatılan geceler varken bana oyuncak alınmasını bırakın, yırtılmış ayakkabımı dâhi diktiremiyordular. onlara hiç kızmadım, gücenmedim. gerçeği çocukluğumda kimi zaman öfkelendim, başka arkadaşlarıma özendim, istemeden de olsa kalplerini kırdım. ama şunu çok iyi hatırlıyorum ki, onları hiç bir anne-babanın yerine koymadım.

    henüz ilkokula yeni kayıt olma sevdasıyla yanıp tutuşurken bir yandan da maddi imkansızlıklarla boğuşuyorduk. babamı yine işten çıkarmışlardı. babamın sabit bir mesleği yoktu esasen. elinden geldiği her işe koşardı. yufka yürekli olmasının yanında asla hakkını yedirtmezdi. böyle kişiliği sebebiyle bir çok işten olmuştu. annem ona hep kızardı;
    "ne olacak sanki göz yumsan" diye. babam da;
    "bir kere alıştın mı artık kurtulamazsın" derdi hep.
    o zamanlar anlamazdım neden bahsettiklerini. ama şimdi düşündükçe anlıyorum, babamın neden bu kadar sözünde kararlı olduğunu. bir akşam elinde önlükle çıka geldi. bu elbise okul önlüğümdü. annem "nereden buldun" deyince, hiç tepki vermemişti bile. ben sevinçten ne dediğimi hatırlamıyordum. hemen giyindim, hafiften yırtıkları vardı. ama tap tazeydi. sanki yeni alınmıştı. evet evet yeni alınmış olmalıydı. düşünmeden de edememiştim, yeni alındıysa neden bu yırtıklar vardı ? pek üzerinde durmamıştım o zamanlar. çünkü çocuktum. daha yeni yeni hayata atılıyordum. annem ile babam o gün yatak odalarında bâzen hararetli, bâzen sus-pus olmaları, bâzen de fısıltıyla konuşmaları olmuştu. ne dediklerini anlamak için kapıya yanaşmam gerekliydi. sesler yükselince irkiliyor, yavaşça kapıya doğru ilerliyordum. ayak seslerimden olacak ki, odayı suskunluk bürüyor, bir kaç dakika konuşmuyorlardı. onlar konuşmalarına benden gizli devam ederken, ben önlüğümün tadını çıkarıyor, bildiğim tüm okul marşlarını söylüyordum. o sırada annem kapıyı açtı ve elinde ki iğne iplik ile yanıma geldi.
    "çıkar oğlum üzerindekini" deyince geri çekildim. annemin bana doğru uzattığı eli havada kalmıştı.
    "hayır" dedim.
    "bugün bununla uyuyacağım".
    annemin yüzünde hafiften tebessüm oluşmuştu.
    "tamam oğlum, üzerinde yırtıkları var. onları dikeyim tekrardan giy gene" dedi.
    ben ısrarla devam ettim, korkuyordum çünkü. bir daha giyememekten korkuyordum.
    "hayır, üzerimde dik" dedim.
    annem başka bir şey demeden dikmeye başladı. babam, bana "çok yakıştığını" ifade eden bir bakışla gülerek yüzüme bakıyordu. o'nu o gün hiç bu kadar sevmiş miydim bilmiyorum. şimdi bu yaşımda bile, o çocuk saflığındaki sevgiye ulaşacağımı zannetmiyorum. annem nihayet önlüğümü dikmişti. artık kötü gözüken hiç bir yanı kalmamıştı. o benim için her şeyden üstün bir elbiseydi. ben 8 yaşımda ilkokula kayıt olmuş. yaşadığımız zorluklar, imkansızlıklar nedeniyle 2 sene beklemiştim. ama artık özlem bitmişti. artık benim için gün, sevinç günüydü.

    okul koskocaman bir oyuncaktı. gördüğümüz dersler, kitaplar, defterler, sıralar, yazı tahtası, silgi ve okula ait ne varsa bir oyuncaktı. öğretmenler oyuncakları bedavaya veren satıcılar, bizler onunla oynayan çocuklardık. bu oyuncaktan ben hep zevk aldım. çünkü oyuncak zevk vermiyorsa, ya çocuk değilizdir ya da oyuncak ile nasıl oynanacağını bilmiyoruzdur. sabaha kadar uyumamış, okula gideceğim ilk günü beklemiştim. o günü hiç unutmuyorum. o gün sanki cennetten bir gün gibiydi. korktuğum "gece" bile o zaman bana huzur vermişti. nihayet şafak sökmüş, gün ağarmıştı. hemen annemin yanına koştum.
    "hadi anne kalk, okula geç kalacağım".
    annemi ilk kez bu kadar soğuk görmüştüm. tekrar seslendim;
    "anne hadi!"
    bir türlü kalkmıyordu. ben ise hâlâ okula geç kalacağımdan dert yanıyordum. nihayet babam uyandı. uyku mamuru gözlerini hafif araladı ve uyku sersemliğiyle bir kaç şey söyledi. pek aldırış etmemiştim. çünkü o an aklımdaki tek şey "okuldu". babam anneme doğru yöneldi. eli ile omuzunu silkeledi. annem neyseki o sırada gözlerini açabilmişti. beni bir kaç saniye süzdükten sonra, yine yüzünde o mükemmel tebessüm oluşmuştu. kalktı, üzerini giyindi. içim içime sığmıyordu. evde daha fazla kalamadım ve annemi dışarıda beklemeye durdum. babam da bize eşlik etti. ve üçümüz okulun yolunu tuttuk. her şey çok önceden konuşulmuştu; benim yaşımın yaşıtlarıma göre büyük olması, sınıfım, hattâ oturacağım sıram bile. sınıf kapısına yaklaşınca annem elimden tutarak;
    "hadi oğlum iyi dersler, sakın öğretmenini üzme! dediklerini çok iyi kavra." diyerek babamla birlikte beni sınıfıma bırakıp gittiler. annemin beni sınıfıma bırakıp giderken o son bakışını hiç unutmuyorum. o son bakışı hâlâ içimde bir uktedir. sınıftan içeriye ilk girdiğimde bir uğultu ve ses karmaşasıyla karşı karşıyaydım. çoğu çocuk ağlıyor, kimisi bağırıyor kimisinin de annesi yanında duruyordu. çok şaşırmıştım. neden ağladıklarını anlayamamış, hafiften ben de bunca ağlamanın tesirinde kalıp gözlerimin dolduğunu hissetmiştim. acaba okul hayalimde ki gibi cennetten bir bahçe değil miydi? öğretmenler oyuncakları acaba parayla mı satıyorlardı? bunları düşünürek sırama oturdum. elimde sadece eski püskü bir defter ve minicik bir kalem vardı. öğretmenimiz biraz yaşlıca bir bayandı. çok içten bir gülüşe sahipti. dış görünüşü öyle samimiydi ki hemen kendinizi ona sevdirmek isterdiniz. sınıfta veliler başına toplandıkları için pek seçilemiyordu. hemen yanı başımda oturan arkadaşımın da gözleri doluydu. ama ağlamıyordu. ismini sordum.
    "hasan" dedi. benim ismimi sormamıştı, yine de söylemek istedim;
    "ben de ali yüksel".
    bana karşı çok soğuk davranmıştı. biraz kırılganlıkla sağıma, soluma göz gezdirdim. çoğusunun yüz ifadesinde pişmanlık vardı. sanki buraya zorla getirilmişlerdi. oysa ya ben? ben buraya gelebilmek için 2 sene beklemiş ve o son gecenin asırlaştığı zaman, sabah etmiştim. bir yanlış vardı. evet büyük bir yanlış! afallamıştım. birine sormalıydım, birine demeliydim;

    "neden herkes bu kadar üzgün? yoksa oyuncaklarını beğenmediler mi? ya da oynamayı bilmiyorlar mı?"

    derken veliler yavaş yavaş sınıfı terk etmeye başladı. her veli sınıfı terkedince, sınıfta bir yaygara kopuyordu. ben ise müthiş etkileniyordum.
    annemin yanımda olmasını çok istemiştim. onu çok özlemiş, bir an neredeyse okuldan çıkıp eve bile gitmek istemiştim. içim bir tuhaftı. sanki annemi bir daha göremeyecek gibi bir hise kapıldım.
    beni kötü olumsuz etkileyecek düşüncelere daldım;

    "yoksa okul dedikleri ayrılık yeri miydi? bir daha annemle ve babamla görüşemeyecek miydim?"

    hayır, annem ve babam bana bunu yapmazdı. onların beni çok sevdiğini iyi biliyordum ve hemen bu düşünceleri aklımdan silip, tekrar sınıfıma yoğunlaştım. öğretmen ayağa kalkarak çocukları sakinleştirmeye çalıştı.

    "biliyorum şu an dediklerimi anlayamayacak kadar küçüksünüz. ama anne ve babalarınız sizi çok fazla sürmeden, sınıfa gelip geri alacaklar. o yüzden ağlamayın çocuklar. burasını bir oyun olarak görmenizi istiyorum" ben pür dikkat öğretmeni izlerken, yazı tahtasına yönelip eline silgiyi aldı.
    "bakın bu silgi bile bir oyuncaktır sizin için." el hareketleriyle konuşmasına devam etti;

    "mesela bu yazı tahtası. sizin en güzel oyuncağınız!"

    o an öğretmenim ile aynı düşüncelere sahip olmak beni fevkalade heyacanlandırdı. ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. sanırım demek istediklerini tek anlayan kişi de bendim. yanımda oturan hasan sessizce mırıldanıyordu;

    "ondan oyuncak olmaz" diye.
    sanırım tüm çocuklar böyle düşünüyordu. buna emindim. ama ben öyle düşünmüyordum. ben oyuncağımla en iyi şekilde oynamak istiyordum. onu doya doya kullanmak, en iyi şekilde ondan istifade etmek istiyordum. derken sınıfta tanışma fasılları olmuş, öğretmen hepimizi daha ilk günden tanımaya çalışmıştı. son ders zili de çalmış, ama annem ya da babam beni almaya gelmemişlerdi. tüm arkadaşlarım tek tek anne ve babasının eşliğinde sınıfı terk ettiler. en son ben kalmıştım. neyse ki evimin yolunu biliyordum. içimdeki hafif buruklukla, evime doğru şarkı eşliğinde gidiyordum. evimizin önünde bir kalabalık vardı. o an aklıma pek bir şey gelmemişti. şaşkın bakışlarla etrafıma bakınıp, ilerliyordum. kimi insan üzgün, kimisi ağlamaklı ve kimileri de aralarında konuşmaktalardı;

    - yazık ya, neden ölmüş?
    - kalp krizi diyorlar.

    binadan içeriye girerken kalabalık da iyice artmış ve beni içeri bırakmıyorlardı.
    "ne oluyor, annem nerede? bırakın beni" dedim.
    anneme ilk günümü anlatacaktım. duyduğum müthiş sevincimi onunla paylaşacaktım. beni dışarıya çıkarmaya çalıştılar. ama çok öfkelenmiştim;
    "bırakın beni, annemle konuşacağım" deyince beni tutan komşumuz birden hıçkırarak ağlamaya başladı. komşumuza ne demiştim ki bu kadar içerlenmişti? artık aklıma kötü şeyleri getirmeye başlamış ve bulduğum ilk fırsatla eve girmiştim. evde ki kalabalık arasında tek seçebildiğim babamdı. yatağa doğru diz çökmüş, yatak odasında yatan anneme iki eliyle üzerine kapanmıştı. babam ve annemin hemen yanına gittim. annem yatıyordu. boyu çok uzamıştı sanki. yüzünde o güzel tebessümü vardı yine. babam beni görünce kan çanağı olan gözlerinden yine yaşlar akmaya başladı.
    "hadi anneni öp" dedi. ve o an anlamıştım. o an anlamıştım! sanki okul başıma yıkılmıştı! sanki dünyanın tüm yükünü tek omuzuma yüklemişlerdi. annem ölmüştü. onu doyasıya öptüm, kokladım. yanına uzandım.
    "anne hadi kalk, bak sana ilk dersimizi anlatacağım. anne... beni duyuyorsun biliyorum." ilk kez bana bu kadar soğuktu. işte bu ölümün soğukluğu olmalıydı. gözlerimden akan yaşlara hiç aldırış etmiyordum. yaşlar annemin yanağını ıslatıyordu. herkes ağlıyordu. ama kimse benim kadar ağlamamıştı! zorla tutup kopardılar beni annemden. babamın dertli gözlerinden anlayabiliyordum. "hadi oğlum, gidelim" ifadesini.
    "hayır, onu bırakmam" dedim. "bırakmayacağım. sen git, ben annemle daha çok şeyler konuşacağım. anne, bak şurada yine bir yırtık var. hadi kalk dik onu"
    kendimi kandırmak istiyordum. çevreden de "tamam, onun başı ağrıyor. uyansın dikecek" sözlerini bekliyordum. ama kimse bir şey söylemiyordu. sadece ağlıyor, beni daha da üzüyorlardı. onu son kez öptüm, kokladım. ve zorla da olsa yanından ayrıldım...

    annesizlik, okuluma daha da sıkı bağlanmama sebep olmuştu. okudum, hep okudum. hiç durmadan. çok çalıştım. ve şimdi büyük bir adam oldum. babam ben liseyi bitirince vefat etti. dertli bedeni daha fazla kaldıramamıştı dünyanın koca yükünü. bana aldığı o önlüğü ise çok sonradan anlattığına göre, giysi dükkanından çalmıştı. o yırtıklar da panikle sağa sola sürterken oluşmuştu. babam ile annemin o gece ne konuştuklarını şimdi daha iyi anlıyorum. koca dünya da tek başımaydım. ama zor şartlara aldırış etmeden okudum. çünkü okumak bana zevk veriyordu. çünkü okul benim en vazgeçilmez oyuncağımdı. şimdilerde bir yuva sahibiyim ve artık bende bir babayım. ve oğluma alacağım ilk önlüğümü sabırsızlıkla bekliyorum.

    not: bir kaç duyarlı yazarımızın sayesinde öyküde bulunan hataları düzeltmeye çalışıyorum. sizin de eleştirisel dâhi tüm yorumlarınızı bekliyorum.
    0 ...