Zaman ve kader iyi arkadaşlar.. Yemek için beni de davet ettiler bir akşam.. Gerçekten şaşırmıştım. Hayatıma yön veren iki kavram beni yemek yemeye davet ediyor.. Akşam için sabahtan başladım hazırlanmaya.
Saat 8'de uyandım. Önce güzel ve sağlam bir kahvaltı yaptım. Ardından üstüne başıma yeni bir şeyler almak için alışverişe çıktım. Dile kolay..
Zaman ve kaderle yemeğe gideceğim. Bir mağazaya girdim ve en beğendiğim takımı aldım. Zaten beğendiğim de mağazadaki en pahalı elbiselerdendi. Sonra elbisemi nasıl olacak diye mağazada denedim. Evet.. Gerçekten çok güzel, yakışmış ve oturmuştu üstüme; ama bir şey olmamıştı..
Bir baktım ki bu şahane elbise, kışa, kar yağışı ne kadar yakışıyorsa bana da o kadar yakışan takımımda ahengi bozan bir şeyler vardı. Boy aynasında tepeden tırnağa süzdüm kendimi.. Evet... Kar yağışını bozan mızıkçı güneş misali uzamış, yağlı saçlarım ve kireçten yapılmışçasına beyazlayan eski ayakkabılarından başkası değildi.. Saat 1'e doğru gelirken bir de berbere uğradım. Tabi her erkek gibi ben de berber sendromu yaşadım. Adını dahi bilmediğim o giz dolu, tatlı kokulu şey, arkada sürekli açık olan kral tv ve genelde çalan serdar ortaç şarkıları eşliğinde berber işe başlamıştı. Yanlardan az kısalt üstleri biraz daha fazla bırak dediğim halde yine bildiğini okuyan berber, yine ten ten modeli yapmış ve kendi bildiğini okuduğunun farkında olmasının verdiği pişkinlik ve hazla, 'jöle de süreyim mi' demesi, sanki çok bir şey yapmış gibi '-de' bağlacını kullanması da pek bir manidar oluyor..
Ardından esmer, kavruk, saçı hatıra ormanına benzeyen dik saçlı çırağına getirttiği aynayla ense tıraşını gösterip ' bak, iyi olmuş ama' demesi... O cümledeki 'ama' kelimesi her şeyi anlamaya yetiyor.. Yadırgadığım saç modeliyle buram buram koktuğum berber kolonyası kokusu ile çıktım dışarı. Oradan bir ayakkabıcıya girdim, yoğun bali ve deri kokusu, berberde oluşan sendromun gerginliğini üzerimden atmama yardımcı oldu. Ayakkabıcıda, kedigözü misali parlayan bir ayakkabıya yöneldim. Gerçekten çok pahalıydı ama onu da aldım. Saat 3 olduğunda dış görünüşüm, yemek için hazırdı. Peki zihnim hazır mıydı? Yemekte ne konusacagimizi düşünmeye başladım. Zaman ve kaderin nasıl bir ortak noktası vardı ki bu kadar konuşacak şeyleri oluyordu? Düşündüm...
Eğer kulların kaderi daha önceden belirliyse, insanın yaptığı her eylemin belli olduğu yazgının içinde zaman da olacaktı. Yani zaman ve kader birbirlerini tamamlayan ve daha önceden belirlenmiş iki dosttu... Bir diğer ihtimal ise, ya kader insan iradesiyle gerçekleşen bir durumsa? O halde insan kendi belirlediği kaderine göre yaşayacak ve zaman da insan iradesine bağlı kadere itaat edecekti. Yani ben onların efendisiydim... Bilemedim... Düşünmekten saate bakmadım ve yemeğe sadece iki saat kalmıştı. Hemen hazırlandım ve restauranta gitmek için evden çıktım.
Kapıyı tam kapatacakken aşırı kaynamadan dolayı çaydanlıktan gelen ıslık sesini duydum ve geri dönüp çaydanlığın altını kapattım. Ocağın üstünün çay içinde olduğunu görünce bir de onu temizledim. 5 dakikalık bir gecikmeyle çıktım evden. Arabama doğru yöneldim, arabanın kapısını açmak üzereydim ki 18.55 otobüsünün hızla üstüme geldiğini gördüm. Frenleri patlayan otobüsü gördüğümde, panikle tüm kaslarımın kaskatı kesildiğini ve hareket edemediğimi fark ettim. Hareket edemeyerek daha başlamamış olan çarpma hareketinin sonunu düşündüm.. Frenleri patlayan otobüs kazasında bir kişi can vermişti; fakat ölen otobüsün içinden biri değildi...
Daha sonra kader bana bir not yolladı, tam düşündüğüm gibi, zaman, beni oyalamış; kaderim uygulamıştı. Notta:
Özür dilerim.. Seni zamanla beraber yemekte görmek isterdim; ama çaydanlığın altını açık bırakman gerekiyordu..
Not: hibrit kibrite katkılarından dolayı teşekkürü borç bilirim