ironilerinin hastası,
senin aceminim ey hayat.
"Ey" diye seslenerek coşmayı
senden değil, Şekerpare'den öğrendim
şımarma hemen bebeğim.
Kaldırımlarına, metrobüslerine ve maç kuyruklarına
ilk gidilen okullarına, ilk aşklarına, ilk fırlamalıklarına,
toprak yollarına, patikalarına, gençliğine, çocukluğuna,
ağrılarına, sızılarına, göz kapaklarına ve kalp kapakçıklarına
kapanan sinemalarına ve açılan gökyüzüne..
her yerine bahar ve benzerleri gelmiş, memleketimin!
(Modern hapishanelerde değil
dışarıda olmamız lazımdı. açın lan şu parantezi!)
Ne dersin hayat,
konuş; susma!
ben çok sustum; bi sike yaramıyor.
...
Farkındasındır belki ey hayat,
bayat ile bir co-kafiye yapmamak için zor tutuyorum kendimi.
Ama yapmayacağım hayat, hayır hayır!
"Yapmiycam" okuyup "yapmayacağım" yazmamın tedaka saçmalığı ile boğuşuyorum şu an.
Kafamı çok karıştırıyorsun hayat.
Sana yardım eden dâhili ve harici şubelerim de yok değil.
üstelik şu dünyalılarla da aram pek iyi değil,
-laaan! ya beni uzaya gönderin ya yuri gagarin!
cut cut cut!
Demem şuydu ki:
Bu şarkı sana benziyor ey hayat!
Berbatsın bi yandan: Sözlerin can sıkıyor.
Tatlısın da ciğer yandan: Melodilerin gönül alıyor.
ancaaak,
Benden duymuş olma ama
bazı zamanlar
bazı yerlerde
bazı insanlar
seninle şakşak geçiyor ey hayat!