son yayınlanan bölümüyle tabiri caizse ağzıma sıçmıştır.
3 gün önce babasını kaybetmiş olan arkadaşın evinden gelmiştim. günün pazartesi olduğunu unutmuşum. hoş aklımda hiçbir şey yoktu zaten... tam dizi başlamış, özeti bitmiş eve girmişim. babacığım yorgun, uyumaya gitmiş. annem salonda, beni beklerken ezel'e bakıyormuş arada. oturdum izlemeye başladım bende. kafam dağılsın biraz dedim. ezel bu dağılır mı kafa... öyle bir bölüm yapmışlarki bu sefer hep "baba- evlat" ilişkisi üzerine... aklımda babasını kaybeden arkadaş, gözlerim dolu dolu. ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. bir damlası kaçsa gözümden arkası kesilmez biliyorum. yalnız olsam hıçkıra hıçkıra ağlar, rahatlardım belki de. ama annem yanımda. üzülmesin ağladığımı görünce diye gıkımı çıkarmadan oturdum boğazımdaki düğümle.
hani son sahnelerinde dayı dedi ya "o benim kanım değil, o benim canım. o benim son oğlum." diye orda nefesim kesildi iyice. babasını kaybeden bu arkadaş için zamanında "o benim kanım değil ama o benim canım, o benim tek kardeşim" derdim. ama benim "kardeşim" dediğim de zamanında "ömer" gibi mal olduğu için benim için "arkadaş" kaldı sadece.
neyse. eyşan'ın babası ile kardeşi arasında çaresizliği, bahar'ın vicdan mı dersin görünmeyen sevgisi mi dersin dayanamayıp babasının peşinden gitmesi, ömer ve mert'in ameliyata girecek olan babası için telaşı, hele ki mümtaz amcasının ezel'e "senin baban hayatta mı evladım?" sorusundan sonra geçen diyalog da babası mümtaz amcanın *"baba diyeceksin. baba! ne kadar sevdiğini söyleyeceksin ona. söz ver bana" demesi, ezel'in söz vermesi ve birkaç saniye sonra "baba!" demesi, haykırması resmen...
her bölümü çok acayip de bu bölümü beni mahvetti be sözlük!
diziyi izlerken bile içimden hep o arkadaş ve onun kardeşi için "inşallah bir gün bu bölümün tekrarına falan denk gelmezler" diye geçirdim. inşallah...